Paranın ve siyasetin olduğu her yerde lobicilik ve yozlaşma, kurumlardaki işleyişi bozar. Bunun son örneğini YÖDAK’dan (Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu) ‘sahte diploma skandalı’ sonrasında istifa eden Prof. Dr. Hasret Benar Balcıoğlu’nda gördük.
Hasret Benar Balcıoğlu, 1996’da İstanbul Üniversitesi Matematik Bölümü’nden mezun olmuş görünüyor ancak ABD’de adresinde bulunamayan ‘Trinity College & University’den 16 Temmuz 2001’de uluslararası pazarlama yönetimi yüksek lisans diploması aldığı belirleniyor. DAÜ’de Matematik Bölümü’nde doktora yapmaya çalıştığı fakat her nasılsa başarısız olduğu, DAÜ’de Ekonomi doktorası yapması için programa şartlı kabul edildiği ve doktorasını 2006’da bitirdiği biliniyor.
İstanbul Üniversitesi’nden matematik diploması sahibi birinin neden DAÜ’de matematik alanındaki doktora yapamadığı anlaşılamamakla birlikte, bilinen Hasret Benar Balcıoğlu’nun gerçekte ABD’de var olmayan bir üniversitede master yaptığı ve dolayısıyla diplomasının sahte olduğudur.
Hasret Balcıoğlu birkaç gün önce YÖDAK’tan istifa etmeden evvel, son genel seçimlerde Halkın Partisi’nden (HP) Girne milletvekili adayı olmuştu. YÖDAK’a, 4’lü koalisyon döneminde HP’nin önerisi ve CTP’nin (Cumhuriyetçi Türk Partisi) hızlı onayı ile Meclis’ten seçilen üç üyeden biri olarak girmişti.
Hasret Benar Balcıoğlu sahte master diploması nedeniyle YÖDAK’tan istifa etmek zorunda kalırken avukatı da, meşhur isimsiz e-postada hakkında birçok iddia ortaya atılan ve ayrıca Meriç Erülkü tarafından aleyhinde bazı başka iddiaların da dile getirildiği avukat Hasan Esendağlı’dır. Esandağlı’nın KKTC’den deport edilen Mark Buddle adına da bazı sözleşmeleri yaptığı doğru mu? Biz de hâlâ Meclis’e Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Yasa Tasarısı’nın gelmesini, geçmesini ve avukatların da denetime tabi tutulmasını bekliyoruz! Ne var yani, bir avukat herkesin avukatı olabilir diyenlere sadece şu haberlerimizi okumalarını rica edeyim: MONEYVAL ve FATF'dan avukatlara ve muhasebecilere sıkı denetim geliyor, Süper zenginlerin yasal işlemi tehdit olarak kullanmasına yardımcı olan avukatlar eleştiriliyor.
YÖDAK’dan devam edelim: Başkanlarının cumhurbaşkanları tarafından atanması ve üç üyesinin Meclis tarafından seçilmesi kurumun özerkliğini zedelerken, YÖDAK başkanları sırf cumhurbaşkanları tarafından atanmalarından ötürü başkan oldukları andan itibaren kuruma siyaset karışmış oluyor. Üniversite sahiplerinin de lobicilikle kalmayıp doğrudan siyasal partiler içine milletvekili seçilmeleri için temsilcilerini göndermesi, üniversite pazarında kârların sanılanın çok üzerinde olduğunu ve bu kârları maksimize etmek için her şeyi yapabileceklerini gösteriyor. Üstelik daha da ileri giden bazı üniversitelerin YÖDAK’ı tamamen devre dışı bırakmaya çalıştıkları da görüldü.
Bazı gazetecilerin, öğretim görevlisi unvanıyla üniversitelerin maaşlı çalışanı olduğunu göz ardı etmezsek üniversitelerin lobicilik faaliyetlerine en azından bazı gazetecilerin de katkı koyduğunu ileri sürebiliriz. Üniversitelerde ‘hoca’ olmayan bazı gazetecilerin de nemalandıkları üniversiteler için lobicilik yaptığı hesaba katılırsa, üniversite sahiplerinin ne kadar kâr odaklı hareket ettiği daha da açığa çıkacaktır.
Bu nasıl bir pastaysa Milli Eğitim’e adamlarını/kadınlarını yerleştiriyor, siyasette pişirip Meclis’e milletvekili gönderiyor, gazetecileri pasifize ediyor, bazı siyasi partileri seçimlerde finanse ediyorlar!
Hâl böyle olunca YÖDAK asıl görevi olan yükseköğretimi denetlemenin dışında her işi yapıyor. Birçok üniversitede yüzlerce program var. Bu programlar mezun vermiş mi, programlarda kaç hoca çalışıyor, bu hocalar akademik unvanlarını nasıl almışlar, jürileri yapılmış mı, kaç tane basılı akademik yayınları var, dil puanları yeterli mi…
Mezun olmayan uluslararası öğrencilerin takibini yapmak, harç yatırıp üniversitelerde kaç yabancı öğrencinin okuyor gibi göründüğünü araştırmak, mezun olan uluslararası öğrencinin ne iş yaptığını, bir iş yapmıyorsa ülkede ne yaptığını belirlemek üzere mevzuatın değişmesi ve kurumlar arası ağ kurulması gibi öncelikleri olması gereken YÖDAK, büyüyen bir dizi sorunla ilgilenmek yerine üniversite sahiplerinin ve siyasetin güdümü altına girdikçe giriyor.
YÖDAK gibi bir kurumun Meclis’ten seçilmiş bir üyesi sahte diplomalıysa hangi üniversiteyi denetleyebilir? Bir YÖDAK üyesinin kendisi intihal yapmışsa nasıl üniversitelerdeki akademisyenlerin intihal yapıp yapmadığı sorgulayabilir? Bir YÖDAK üyesi bir üniversitenin ‘adamı/kadını’ ise o üniversite için neler yapmaz?
Her alanda olduğu gibi üniversite sektöründe de kokuşmuşluk had safhada... Sahtekârlıkla, lobicilikle, siyasete girerek iş yapanlar, tüm bunları akla zarar bir para hırsıyla yapıyor. Para onlar için çok değerli. Vergi vermeden trilyonları mezarlarına gömerek ne elde edeceklerini sanıyorlar bilemem ama parayla her işi halledebileceklerine inançları sonsuz… Çoğu ülkesini hiç sevmediği için maalesef, kurdukları yerel üniversiteler 3’üncü kuşağı bile zor görecek. En vahimi, yerel bu unsurların ve ayrı sektörlerden diğer pek çoğunun Türkiye iktidarı önünde el pençe divan durması ve aslında yurtseverlikle hiçbir bağlarının olmamasıdır.
Bugün kaç üniversite izni milyonlarca dolara satılmaya çalışıyor biliyor musunuz? Almışlar izinleri, simsarlıkla hiçbir şey yapmadan, bir kısmı ‘gazeteci’ olan aracılarla bu izinleri devretmek için her gün mesai yapıyorlar. Yatırım amacıyla siyasiler eliyle kiralanan ve milyonlara devredilen Hazine mülkleri gibi şu anda üniversite izinleri için de devredilecek müşteri arıyorlar. Hakikaten paraya doymuyorlar, sonunda haksız kazançtan her biri patlıyor ve izinleri satsalar da batıyorlar ama nafile, gözleri o kadar hırsla bağlamış ki yarını düşünmeden hep böyle devam edebileceklerini sanıyorlar.
Basınımızın sol cenahına da birkaç söz söylemek gerekir: KKTC’de solcu geçinenlerin yerelliğe körlükle bakmayı tercih etmesi çıkarlarını koruma kaygısındadır. Yerel mafyalarımızın PR’nı reklam aldıkları içim umarsızca yapmadılar mı? Hep bir başka bahara ötelenen çözümün, Türkiye’den bağımsızlaşamamanın kilidini kitleyenin bu ülkeyi yiyip yutan pek çok yerel olduğunu bilmiyorlar mı? Yurtsever bir yerellikle, daha fazla para için her aşamada başını öne eğenler arasındaki farka sahip çıktılar mı hiç?
Sağın basını tüm dünyada şaibelidir: Para için her türlü taklayı atabilir. Havuz medyaları hep iktidarın sesi soluğu, kimi zaman paravanı, çoğu zaman işbirlikçisi olmuştur. Soldur, devrimcilerdir dünyayı değiştiren… Pislikleri partizanlıktan uzak, gün yüzüne çıkaran solculardır. Gazetecisi ile akademisyeni ile derneği ile soldur.
Bizde, gizli kapılar ardında ikili oynayan çirkef yerel mafyaya, sahtekâr tefeciye, UBP’li üniversite sahibine sarılanlar Türkiye’ye karşı haklı bile olsa kallavi bir söylem geliştirmenin her şeyi temize çekebileceğini sanır. Ve gayet iyi bilseler de kabul etmek hiç işlerine gelmeyecektir, o sarıldıklarının bu ülkeyi Türkiye iktidarı karşısında zayıflaştırdığı ve suskunlaştırdığı… Siyasal partileri de aynıdır zaten. KKTC’de toplumsal mücadelenin temelinin, pek çoğunun gözlerden uzakta tutmaya çalıştığı yolsuzluk ve kötü yönetimin karşısında kurulması gerektiğini boşuna söylemiyoruz.
Falyalı’nın üzerine yanlış işler yaptığında gidilseydi muhtemelen bugün aramızda olacaktı. Tefecilerle, hilekâr banka sahipleri ile kapılar ardında dans eden bir basınımız yerine yurdunu gerçekten ileri sürdüğü kadar seven bir basınımız olsaydı, bugün kısmen çok daha temiz bir bankacılık sektörümüz olurdu. Yarın, pek çok üniversitenin yaptıkları karşısında sustuğunuz için yerel üniversite sektörü de bitmiş olacak. YÖDAK Yasası değişmezse ve YÖDAK uluslararası normlara uygun olarak yönetilmezse üniversiteler bir avuç siyasinin, üniversite sahibinin ve izin sahibinin akıldışı hırsı sayesinde çökecek.
Neyse… Belli ki siz aynı şekilde devam edeceksiniz. Ama bugün susan, yarın konuşamaz gene de hatırlatmış olayım! Bir de bunların günün sonunda, vergi bile vermedikleri halde sırf kötü yönetimden batacakları bilgisini aklınızda tutsanız iyi olur, güvendiğiniz dağlara kar yağmasın sonra…
Yorumunuz