Yazılar

‘İki devletli çözüm’ Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde yeni pazarlık kozu mu?

Türkiye AB Raporu’ndan 2 ay sonra Haziran 2021’de sondajları neden durdurdu?

Kıbrıs müzakere gemisi yıllardır fırtınalı sularda batıp çıkarak yol aldı. O geminin neden karaya çekildiği artık açıkça görülüyor. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yükselttiği sesin yerini bir anda sessizliğe bırakmasının nedeni de yavaş yavaş netleşiyor. 

Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü sondaj faaliyetleri nedeniyle 2019 yılında üst düzey diyalogları askıya almıştı. 2021’de Komisyon ve AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi tarafından hazırlanan raporda, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ın deniz yetki alanlarını ihlal eden hamleleri, Yunanistan’a karşı artan kışkırtıcı eylemleri ve Kıbrıs müzakerelerinde ilerleme sağlanamaması nedeniyle ilişkilerin donma noktasına geldiği açıkça ifade edilmişti. Raporda ayrıca Türkiye’nin bölgesel çatışmalara AB çıkarlarıyla çelişen müdahaleleri de eleştiriliyordu.

Mart 2021’de yayımlanan bu rapordan yalnızca iki ay sonra Haziran 2021'den itibaren Türkiye, Doğu Akdeniz’deki sondajlarını durdurdu.

2023’te yayımlanan yeni raporda ise AB’nin dili gözle görülür şekilde yumuşamıştı. Yunan hava sahası ihlallerinin büyük ölçüde azaldığı, Türkiye ile Yunanistan arasında uzun bir aradan sonra yeniden diyalog kurulduğu ve Haziran 2021’den beri Doğu Akdeniz’de hiçbir gayriresmi sondaj yapılmadığı vurgulanıyordu. Hatta Türkiye’nin somut sorunları ele alma çabaları övgüyle anılıyordu. Daha önce “Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gündemde değil” diyen AB, 2023’te bu söylemini değiştirerek Türkiye’nin bu alandaki adımlarını olumlu bulduğunu duyuruyordu.

Görünen o ki Türkiye, 2017’den beri askıda olan Gümrük Birliği güncellemesi sürecini yeniden başlatmak için Doğu Akdeniz kartını masadan çekti. Bu adımın ardından Kıbrıs’ta “iki devletli çözüm” tezi 2021’den itibaren savunulmaya başlandı. Ancak 'Türki cumhuriyetler' olarak anılan, Türk Devletleri Teşkilatı üyesi ülkelerin bile KKTC’yi tanımayacaklarını deklare etmesi, bu tezin kalıcı bir politika değil, AB pazarlığında kullanılacak yeni bir kart olduğunu gösteriyor olabilir. Çünkü bu tablo, Türkiye ve KKTC’nin önerdiği modelin Türki cumhuriyetler tarafından bile geçici bir hamle olarak değerlendirildiğini ortaya koyuyor.

Türkiye ve KKTC güçlü bir “iki devletli çözüm” mesajı verirken, Güney Kıbrıs AB üzerinden Türkiye’ye ve Kıbrıs Türk toplumuna yönelik baskıyı artırıyor. Yunanistan’la birlikte hareket eden Güney Kıbrıs, AB’nin Kıbrıs’a ilk kez, üstelik Türkiye diplomatlarını yakından tanıyan, güçlü bir özel temsilci atamasını sağlarken perde arkasında Türkiye, AB ile ekonomik ve güvenlik temelli yeni bir ortaklık arayışıyla pazarlıklarını sürdürüyor. Bu süreçte Kıbrıs Türk toplumu, Türkiye, AB ve Güney Kıbrıs arasında adeta bir bilye gibi savruluyor. Türkiye’nin ise AB’den beklentilerini karşıladığı takdirde yavrusuyla birlikte masaya dönmesi uzun sürmeyecek gibi görünüyor. 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sondajları neden durdurduğunu anlarsak, çok da uzak olmayan bir zamanda federal çözüm için masaya dönülebileceğini de öngörebiliriz. Maksimalist çizgide ısrarın Türkiye’ye daha büyük zararlar vereceği ortada. Bu kırılgan zeminde dengeyi bulmaksa artık kaçınılmaz.

Türkiye iktidarı geçmişte de pek çok kez benzer bir yolu izledi. Güncel örnek, PKK ve DEM Parti’ye karşı sertleşen söylem ve eylemlerin ardından yine kendi çıkarları doğrultusunda PKK'nın feshi ile birlikte süreci tersine çevirmesidir. Benzer bir senaryo Kıbrıs için de mümkün olabilir. 

AB'nin, Türkiye’de demokrasinin ve yargının zayıflamasını ekonomik ve güvenlik iş birliklerinin önünde çok ciddi bir sorun olarak görmemesi, Türkiye ile yeni ilişki biçiminde Doğu Akdeniz’de sondajların durması ve Kıbrıs müzakerelerinin ilerliyor görünmesiyle yetineceğini gösteriyor.

Kıbrıs Rum liderliği ise Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığının azalmasından rahatsız değil. Hristodulidis’in 2023’te açıklayacağını söylediği 14 maddelik güven artırıcı önlemleri uygulamaya koymaması bile gerçekte çözüm niyetlerinin olmadığını ve Kıbrıslı Türklerin geleceğini önemsemediklerini açıkça ortaya koyuyor.

Osmanlı’dan bu yana Kıbrıslı Türkler kimi zaman kilisenin oyununa geldiler, kimi zaman gizlice mahsüllerini yaktıran tefecilere olan borçlarını ödemek için mülklerini kaybettiler. Yüzyıllar sonra bugün, güçlülerin hukuku hiçe saydığı, güçsüzlerin ise uluslararası hukukun yükünü taşıdığı bir dönemi yaşıyoruz. Uluslararası alanda tanınan Taşınmaz Mal Komisyonu ise Kıbrıs’ta mülkiyet sorununun çözümü için elde kalan en önemli olanak. Ancak ödemelerin yavaşlığı ve kaynak yetersizliği, bu fırsatın kaybedilme riskini artırıyor.

Kıbrıs Türk liderlikleri yıllardır Rum malları için TMK ödemelerini zorunlu kılmaktan kaçındı. 'Şerefiye vergisi' önerileri popülist politikalar uğruna reddedildi. Bugün Güney Kıbrıs ve Avrupa’nın çıkardığı tutuklama emirlerinin arkasında da bu siyasi vurdumduymazlık yatıyor. TMK’nın ödemelerini hızlandırmak için kaynak yaratılması, Türkiye’nin AB ile hedeflerine ulaştıktan sonra federasyon tezine dönülebileceği bir yakın gelecekle birlikte önceliklendirilmelidir. Bu yüzden hiçbir geçerliliği olmayan “asarız, keseriz” söylemleriyle oyalanmak yerine gerçekçi adımlar atmak gerekiyor.

Geçtiğimiz gün Meclis’te yapılan 4,5 saatlik Genel Kurul'da, KKTC tutuklama emirlerinin ortasındayaken muhalefetten hiç kimsenin TMK’ya acil kaynak yaratılması hakkında tek kelime etmemesi düşündürücüdür. İktidar yolsuzluklarını örtmeye çalışıyor olabilir, ama muhalefetin de bu konuda sessiz kalması aynı popülizmin başka bir yüzüdür.

7 Şubat 2025’te Rum Temsilciler Meclisi, kuzeydeki Rum mallarının yasa dışı kullanımına ağır cezalar getiren yasal düzenlemeyi kabul etti. Fasıl 154 Ceza Yasası’nda 281’inci Maddesinde yapılan değişiklikle ‘Yasa Dışı Tasarruf, Tımar Etme, İşletme, Gelir Sağlama ve Kullanma’ suçu hafif suçtan çıkarılarak beş yıla kadar hapis ve/veya 10 bin euroya kadar para cezasına yükseltildi.

Rum liderliğinin mülk sahiplerinin şikâyetleriyle daha fazla tutuklama emri çıkarmaya hazırlandığı anlaşılıyor. Üstelik hedef sadece Kıbrıs Rum özel mülklerine yatırım yapan inşaat şirketleri ve yaptıkları mülkleri satanlar ve satın alanlar değil, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne ve kiliseye ait taşınmazlarda faaliyet gösteren işletmeler de risk altında. Bugün Kuzey Kıbrıs’ta birçok turizm yatırımı doğrudan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne veya kiliseye ait araziler üzerinde kurulmuş durumda.

Eğer Türk tarafı yapıcı adımlar atmazsa, darbenin etkileri sadece inşaat sektörüyle sınırlı kalmayacaktır. Hali araziler üzerine kurulu turistik tesisler, üniversiteler, tarım, ticaret ve üretim alanları gibi pek çok sektördeki yatırımcılar bu gelişmelerden olumsuz etkilenecek.

Kıbrıs müzakere gemisini karaya oturtmakla övünenlerin aksine, şimdi o gemiyi yeniden denize indirmek için harekete geçmek zorundayız. Sonsuza kadar sadece KKTC sınırlarında sıkışıp kalmayı başarı sayanlar zaten hedefine ulaştı. Adanın kuzeyinden bir adım bile atamamak onlara göre 'zafer' olabilir, ama aslında bu siyasi iflasın en acı göstergesi...

Can Sarvan’a cansarvan@mikro-makro.net’den doğrudan ulaşabilirsiniz.
:

Yorumunuz

share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın