Kıbrıs Türk İnşaat Müteahhitleri Birliği (KTİMB) Başkanı Cafer Gürcafer geçen hafta, Genç TV’de Mustafa Alkan’ın hazırladığı ‘Er Meydanı’ isimli programda açıklamalar yaptı. Yurttaş gazeteci Serdinç Maypa, Gürcafer’in kendisi ile açıklamalarına 17 Şubat’taki yayınında yanıt verdi.
Tarafların iddialarını ve verdikleri yanıtları yayınlıyoruz:
Müteahhitler Birliği Başkanı Cafer Gürcafer, üçüncü dünya ülkelerinden işçi getirilmesiyle ilgili olarak kamuoyunda yayılan yanlış bilgilerin kasıtlı olarak üretildiğini öne sürdü. Gürcafer, bazı kesimlerin “sivil toplum örgütleri”ni hedef aldığını, ancak bu kuruluşların işçi getirme iznine hiçbir zaman sahip olmadığını vurguladı:
"Bu konuda çok ciddi bir karalama, çok ciddi bir iftira ve çok ciddi bir dezenformasyon var. Yani bir bilgi kirliliği mevcut. İlgili odalar ve sivil toplum örgütleri işçi getirme izni için protokol imzaladı, deniliyor. Böyle bir şey yoktur! Ne Müteahhitler Birliği, ne Ticaret Odası, ne Sanayi Odası, ne Esnaf ve Sanatkârlar Odası, ne de diğer dernekler işçi getirme iznine sahip değildir."
Özellikle medya üzerinden yayılan bu iddiaların maksatlı olduğunu ileri süren Gürcafer, gerçeklerin çarpıtıldığını iddia etti.
Gürcafer, işçi getirme sisteminin başlangıcını anlatarak, 17 yıl önce Çalışma Bakanlığı ile imzalanan bir protokol olduğunu ileri sürdü. Gürcafer’e göre bu protokol, işçi getirme sürecinde müteahhitlik mesleğinin özel izne tabi olması nedeniyle, başvuruların Müteahhitler Birliği üzerinden yapılmasını sağlıyordu.
Cafer Grücafer, "Rahmetli Sonay Adem’in döneminde, ön izin uygulamasına geçildiğinde bir protokol yapıldı. Müteahhitlik mesleği özel izne tabi olduğu için, başvuruların önce Müteahhitler Birliği'nden geçmesi kararlaştırıldı. Ve 17 sene bu iş gayet çok iyi gitti. O dönemlerde bize Türkiye'den işçi gelirdi.’ dedi.
Bu süreçte müteahhitlerin işçi getirme başvurularında sigorta ve ihtiyat sandığı borçları sorgulandığını ancak asıl yetkinin Çalışma Bakanlığı ve Polis Teşkilatı’nda bulunduğunu kaydeden Gürcafer, Müteahhitler Birliği’nin rolünün yalnızca bir aracılık görevi olduğunu ifade etti.
Maypa dünkü yayınında birtakım belgeleri göstererek, şu ifadeleri kullandı: “Mustafa Alkan’ın programında, ‘Sigorta borcu olanlar, vergi borcu olanlar için izin verilmez’ dedin ya, ben sana sigorta borcu olanlara da adam getirmesi için izin verdiğini kanıtlarsam istifa edecek misin Gürcafer? Yetmez: 10 kişi getirecek olan adama izin verirken, ‘15 de benim için getir, ben onları bir yerlere koyarım’ deyip para kazanmak için bu hamleleri yaptığını kanıtlarsam istifa edecek misin?
Gürcafer! Gürcafer! ‘Müteahhitler Birliği olarak 300-400 lira’ alırız dedin ya, ben sana en basit müracaatlarda en az 3.000 TL kazandığını kanıtlarsam istifa edecek misin? 300-400 lira dedin ama 3.000 TL aldığını gösterirsem ne yapacaksın?
Yalan! Bekle.
Yurt dışında depozitolar var, teminatlar var. Kavga ettik, bir işçiyi beğenmedik, ehil çıkmadı, bir şekilde göndermek istedik. İşçi geri gitti. Ama sen, o iş yerleri sahiplerinden, Müteahhitler Birliği’nden çıkan paranın o iş yerlerinden istedin bu paraları. İstediğini kanıtlarsam istifa edecek misin? Ödemeyenlere de izin vermeyerek cezalandırdığını da kanıtlayabilirim. İstifa edecek misin?” iddialarında bulundu.
İnşaat sektöründe üçüncü dünya ülkelerinden işçi getirilmesine izin verilmesiyle birlikte, bu işçilerin teminat mektubu zorunluluğunun sektörü zorlamaya başladığını söyleyen Gürcafer, sistemin zamanla suistimal edilmeye başlandığını ve mali yüklerin arttığını şu sözlerle ifade etti:
"Önceleri Türkiye’den işçi gelirdi, dolayısıyla üçüncü dünya uyruklu işçilere pek ilgi yoktu. Ancak bir noktada % yirmi kadar bir kota verildi ve bu işçiler üzerinden işler yapılmaya başlandı. Devlet, her işçi için işverenden teminat mektubu istedi. Bin işçi çalıştıran bir firma, 1 milyon 250 bin liralık teminat mektubu vermek zorundaydı. Bu da ciddi bir mali yük oluşturdu."
Bu sistemde teminat mektupları, işçinin suç işlemesi veya sınır dışı edilmesi durumunda, masrafların karşılanması için alınıyordu. Gürcafer, Müteahhitler Birliği’nin bu sorumluluğu üstlenerek devlete şu teklifi sunduğunu söyledi:
"Siz üyelerimizden teminat mektubu istemeyin, bunun yerine biz size bir teminat verelim. Eğer bir işçi suç işler ve sınır dışı edilirse, biz size faturasını ödeyelim." Ve bu mekanizmanın “gayet iyi çalıştığını” ekledi.
Bu çerçevede ödenmiş 6-7 milyon liralık bir para olduğunu iddia eden Kıbrıs Türk İnşaat Müteahhitleri Birliği Başkanı Cafer Gürcafer, daha sonra sürecin suistimal edilmesiyle işleyişin bozulduğunu savundu.
Gürcafer, Güney Kıbrıs’a insan kaçakçılığı olayları başladığını iddia ederek, şu açıklamayı yaptı:
"Güney’deki o mülteci kampındaki insanları araştırın, belki %1’i inşaat sektöründendir. İnşaat sektöründe de yoktu böyle bir kaçak. Neden? Çünkü bir sorgulama vardı orada. Geldiği zaman ikinci müracaat, daha önce getirdiği işçilerin akıbetini sorgulardık. Varsa müracaatını kabul etmezdik, rapor yazardık bakanlığa. Ama üniversite sektöründe böyle bir denetleme yoktur. Dolayısıyla o kampın içerisinde gördüğümüz insanların % 90’ını üniversite sektöründendir.”
Üçüncü dünya ülkelerinden işçi getirme sürecinde büyük bir rant oluştuğunu belirten Gürcafer, hükümeti defalarca uyardığını ve bir acente yasası çıkarılması gerektiğini söylediğini şu sözlerle ifade etti:
"Ben Sayın Bakan’a ve Sayın Başbakan’a birkaç yıl önce dedim ki, bu konuda bir acente yasasına ihtiyacınız var. İster on kişiye, ister yirmi kişiye, ister elli kişiye izin verin. Ama o elli kişinin dışında başka kimsenin getirmesine de müsaade etmeyin. Kriterleri de kendiniz koyun.”
Gürcafer sözlerinin devamında, “Ama bu kirlenme ve bu rant olayı o kadar çok hızlı gelişmeye başladı ki, bu rantı elde eden, bu rantı elinde tutan kesimler çok güçlendi. Kamudan da, başkaca farklı farklı yerlerden de ilişkileri oluştu. Medyanın içerisinden de ilişkileri oluştu. Ve denetleme mekanizmalarını kaldırarak, kendi işlerini kolaylaştırmak için sivil toplumlara saldırdılar” iddiasında bulundu.
Bu işlerin içinde olduğu iddialarını ‘yalan’ diyerek kesin bir dille reddeden Gürcafer, Serdinç Maypa’yı kastederek, ‘Bu şahısla, bu yayınları yapan, bu bilgi kirliliğini piyasaya bombalayan şahısla ilgili benim şu ana kadar açılmış beş tane davam var. Her yayınını da sabırla dinlerim ve ertesi günü dava açarım. Birinci açtığım dava 24 Mart 2024. Bak, tam bir sene oldu. Dava niye ilerlemiyor, biliyor musun Mustafa? Gelip savunma koymuyor.” dedi.
Maypa dünkü programında, Cafer Gürcafer’i kastederek, “Ve arkadaş bana dava açarmış. Benmiş davalara gitmem, savunma yapmazmışım. Bir tane dava geldi bana. Masum melek. Bir tane dava geldi bana. Ona da gittik, savunmamızı yaptık. Geleceğiz karşı karşıya yani, merak etme. Özlemiş olabilirsin, beni yormak istemiş olabilirsin. Tabii öyle.
Mahkemeden kaçıyormuşum? Kaçan biri değilim. Maşallah, Tosunoğlu'yla dört tane beş tane davam var. Onda da siz galeyana getirmişsiniz derler. Bilmem. Kendi söyler. ‘Galeyana getirdiler beni’ der adam. Ama ben sana bir şey söyleyeyim: Benim bir şeyden kaçtığım yoktur. Benim adım Cafer Gürcafer değil ki sıkışınca Güney Kıbrıs'a kaçayım senin gibi.
Yirmi sene önce Güney Kıbrıs'a kaçan ben değilim. Neydi otelin adı? Hadi ama, sen inkâr ettin, sen kaçmadın, ben buradayım falan filan ama dünya âlem bunu bilir. Ne için kaçtıydın? Beni ilgilendirmez. Ama buraya programa çıkıp da atıp tutman, yalan üstüne yalan konuşman, melekmiş gibi davranman beni ilgilendirir.” iddiasında bulundu.
Sektörlerin ihtiyaç duyduğu üçüncü dünya uyruklu işçileri getiren bir sürü insan içerisinde çok düzgün insanlar olduğunu ancak bu işi suistimal eden insanlar da bulunduğunu söyleyen Gürcafer, “Bu işi tekelleştirmek için uğraşan başka kesimler vardır. Ve bu kesimler işte bu bahsettiğim şahsı da kullanarak, çok ciddi bir bilgi kirliliğini piyasaya pompalayarak, sivil toplum örgütleriyle olan denetlemenin kalkmasını istediler” iddialarını dile getirdi ve Maypa’nın bu kesimler tarafından kullanıldığını ima etti.
Sivil toplum örgütleriyle olan denetlemenin Savcılık görüşü ile kaldırıldığını söyleyen Gürcafer’in, “Halbuki biz bu protokolü imzalarken zamanında, ilgili savcıyla görüşüldüydü. İlgili başsavcıyla görüşüldüydü. Ondan ona kullanarak yapıldıydı bu protokol zamanında. Ama bugünkü savcılık mekanizması bunu takdir etti. Buna söyleyecek bir şeyimiz yoktur.” ifadelerini kullanması dikkat çekti.
Gürcafer’in “Biz bu protokolü Çalışma Bakanlığı zamanında Savcılığa sorduk ve onay aldık" dediğini iddia ettiğini söyleyen yurttaş gazeteci Serdinç Maypa şu iddialar dile getirdi:
“Buradan meydan okuyorum sana Gürcafer! Eğer ki sen Savcılığa bu işi sorduysan, ki sormak yetmez, resmi bir yazı yazdıysan ve savcılık sana böyle bir karar verdiyse, bugünden itibaren ben bu programı yapmayacağım. Sen istifa edecek misin?
İddia ediyorum, söylüyorum, yalancısın, yalan söylüyorsun! Böyle bir belge yoktur. Öncesinde biz müracaat ettik, görüş aldık. Bakkaldan bir şey alıyorsun sanki! Başsavcılıktan bahsediyoruz burada! Varsa bir dökümün, çıkar, Mustafa’nın programında göster. "İzin aldık biz" dediğin belgeyi çıkar, göster. Hiç izin almadın! Kendi başınıza, yasal olmayan bir protokol imzaladınız. Taçoygiller, Sadıkgiller ve sizler.
Ne için? En doğru söylediğin tek kelime vardı o programda: "Bu işte çok büyük bir rant var." Evet, herkes nemalandı mı? Peki, ben sana soruyorum, madem sen bu işlerin içinde hiç yoksun, sen Pakistan’a gidip, oradaki ajanslarla protokol yaptırdın mı, yapmadın mı?” [Serdinç Maypa yayında yanlışlıkla Pakistan’a gidenin Mehmet Gürcafer olduğunu söylediğini, bahsettiği kişin Gürcafer’in oğlu değil, Cafer Gürcafer'in kendisi olduğu iddiasını dile getirerek, düzeltme yaptı.]
Cafer Gürcafer, “O ekranda bu konuyla ilgili söylenen her şey yalandır” iddiasını yineleyerek, Serdinç Maypa’nın davada savunmasını vermeye gelmediğini tekrar etmesi üzerine, Mustafa Alkan Maypa’nın tutuklanmasından hemen önce Gürcafer’le üçlü program yapmayı kabul ettiğini ancak Serdinç Maypa’nın tutuklanması nedeniyle bu programın yapılmadığını hatırlattı ve tekrar üçlü bir program yapmayı önerdi.
Maypa programında program yapımcısı Mustafa Alkan’a sitem ederek, “Üç dört gün, kaç gün olduysa. Beklerim, Mustafa Alkan arasın beni. Serdinç kardeş, ya onu çıkarttık, bir sürü Serdinç Maypa'ya dair konuştu. Gel sen de cevap hakkını kullan desin bana. Benim Mustafa Alkan'dan beklettim buydu. Ha, ben giderim, gitmem ayrı bir konu." dedi.
Devamla, “Bu arkadaş, ben tutuklanmadan önce Mustafa Alkan'la konuştu. Mustafa Alkan da dedi ki "Tamam, o hanım canlı yayında görüşmek isterse, Serdinç Maypa'ya da sorayım. Eğer o da kabul ederse, sizi canlı yayında görüştüreyim." Hatta Mustafa aradı. 'Yani çıkaracağım sizi kardeş ama böyle bir kavga için çıkmıyoruz buraya yani.' dedi. O sözü de verdik Mustafa'ya.
Anlaştık ama meğer bu açık oturumu isteyen, bizim Mustafa Alkan'la yapacağımız programı isteyen arkadaş, alttan alttan iş karıştırırdı ve beni tutuklatmaya çalışırdı. Hem canlı yayını ister gibi gözükür, hem de beni tutuklatmaya çalışırdı. Ne dedim de canlı yayına çıkmadan ben tutuklandım.
Ama en önemlisi neydi? Avrupa Gazetesi'nden Şener Levent... Şener abimiz hayatta, Allah ömür versin kendine. Bu arkadaş, ben 'Özel Birim'in yerini bile bilmezken, o yolda Burcu Kebap'ın, Afrika gazetesi binasının altından geçerken Şener abiyle karşılaşıyor. Şener abi ona soruyor, 'Nereye gidiyorsun?', 'Özel Birim'e gidiyorum' diyor. Şener abi, 'Ne yapacaksın?' diye soruyor. 'Maypa'yı tutuklatmaya gidiyorum' diyor. Dönüyor, 'Bitti o iş' diyor. 'Birkaç saate aldılar Maypa'yı' diyor.
O kadar organize, başbakanın içindeki adamlarıyla, bütün o beni şikâyet edenlar, Alişan'lar, Ali Kamacı falan hepsi birlik oluyorlar. Çünkü hepsi aynı havuzun adamları ve beni tutuklatıyorlar. Hesapta verilen program yapacaklar. Anladın? Yani burada bile nasıl bir oyun tezgah kurduğunu görebildik biz” iddiasında bulundu.
Gürcafer, protokollerin iptal edilmesinden sonra, bu durumun büyük bir kaosa yol açtığını belirtti:
"Şu an müteahhitler, Ticaret Odası, Sanayi Odası bu işin tamamen dışındadır. İşçi getirmek isteyenler doğrudan devlete başvuruyor. Ancak süreç kilitlendi. Müteahhitler her gün Çalışma Bakanlığı’na gidiyor, ancak işler yürümediği için insanlar kaçağa düşüyor. Sistem tamamen darmadağın oldu."
Gürcafer, “Bizim üçüncü dünya uyruklu işçi olayını ciddi şekilde disiplinize edip, bu disiplin çerçevesinde doğru bir şekilde buraya gelmesini sağlamamız lazım. Bununla ilgili de devletin bir takım yasal düzenlemeler yapması gerekir. Ama öyle birisinin yönlendirmesiyle, birisinin şantajıyla, birisinin tehdidiyle bu devleti hareket ettireceklerse, o zaman bu işler olmaz.” dedi.
Maypa programında Gürcafer’in iddialarına şu şekilde yanıt verdi. “Mesela ne dedi Cafer Gürcafer? ‘Kaos’ varmış. Bir kere en başta bunu söyleyeyim. Şu anda, bu protokol Hasan Taçoy döneminde yapılıp bugüne kadar gelen, Sadık Gardiyanoğlu'nun tazelediği ‘bu protokolün ortadan kalkmasıyla kaos oluşmuş’ dedi.
Evet, kaos oluştu. Ama kaos, onun anlattığı gibi bir kaos değildir. Şu anda arkadaşlar, bizi izleyenler hepsi bilsin ki Çalışma Bakanlığı, bunların verdiği izinleri çok daha iyi şartlarda veriyor. 250 Euro'ya indirdiler teminatı ve herkes ki sosyal sigortadan temiz kağıdı var, vergi yok, borcu yok yazısı var, bunları alan herkese oradaki bakanlık yetkilileri şu anda eskisinden çok daha ciddi davranarak bu izinleri veriyor.
Yalan söylüyor kaos konusunda. Kanıtlamaya hazırım. Alanlar var çünkü. Araştırdım, öğrendim. Kaos yaratıldı diyor. Yaratılan kaosu söyleyeyim. Kendinin iki lafıyla Başsavcılık kararı olmasına rağmen Başsavcılık diyor ki "Bu protokol geçersizdir." Müteahhitler Birliği, bu arada diğer odaları da karıştırır. Ama diğer odaların fazla bir şey yaptığı yoktu zaten. Hepsi bunun üzerinden yapardı. Onu da söyleyeyim.
Müteahhitler Birliği, bu işi artık yapamayacak dediği andan itibaren, bu işi kapatması gereken Müteahhitler Birliği ve Gürcafer kapatmadılar. O başka bir kanun tanımazlık. O başka bir savcılığın kararını takmamazlık. O karar olduktan sonra bile gelen taleplere hep evet dediler. İnsanların evraklarını aldılar. Zaten eskiden de kalanlar da vardı. Halledecek diye insanları kandırdılar. Paralarını da aldılar.
Şimdi geldiğimiz noktada, o paralarını geri vermezler insanlara. Onu da söyleyeyim size. İki tane savcılık kararı var. Yani "Bu işi yapaman, bitti" denildiği halde, bu hala daha başvuru alır. Ve o oluşan kaos odur. İnsanları kandırıp, "Gelin de biz bu işleri halledeceğiz, çözeceğiz bu protokolü" diyerek, topla bütün insanları, belgelerini, tazeleme, izin tazeleme, adam getirme, mühür, teminat mektubu derken, hepsini topladılar. Ondan sonra da yapamayınca, o insanların, adamlarının çoğu cezaya düşünce, "Kaos oldu" diyor. Kaosu yaratan sensin! Kaosu yaratan sensin!
Kim ki bugün bu yalana inanır, Gürcafer'in söylediği kaos kelimesine inanır, beni arasın. Ben alıp kolundan tutup, götüreceğim Çalışma Bakanlığı'na, bakayım kaos var mı yok mu?”
Gürcafer, Mustafa Alkan’ın “Madem ki Sayın Başkan, bu dediğiniz kadar her şey tamamdır, her şey yasalıdır, Başsavcılık niye reddetti bunu?” sorusuna cevaben “Çünkü o kadar bir bilgi kirliliği gitti ki piyasaya… Ben onun da etkilendiğini düşünürüm.” yanıtını verdi.
Cafer Gürcafer, hakkındaki rüşvet ve insan kaçakçılığı suçlamalarıyla ilgili davalara ve tutuklanmasına da değinerek, bu iddiaların ‘yalan’ olduğunu ileri sürdü.
“Ben polise gittim. O birimin başındaki amir de bizi izler herhalde. Her bir iki haftada bir giderim ve derim ki: ‘Bir an önce benim dosyam tamamlansın da yargılanayım.’ Ben suçsuz olduğumdan yüzde bir milyon eminim. Beraat edeceğimden de eminim. Bak, biraz önce verdiğim o iddialarla ilgili, hani evrak sallama da, insan kaçakçılığı var, insan kaçakçılığı yaptılar iddiaları var ya… Hani dedim ben dava açtım bununla ilgili… O davayı ben eğer kaybedersem, aynı gün istifa ederim. Burada da mahkum olursam, aynı gün istifa ederim. Bu bir kumpastır.” dedi.
Maypa Gürcafer’e cevaben, “Sen insan kaçakçılığından tutuklandın! Belge sahtekârlığından, belge sahtelemekten tutuklandın! Mustafa Alkan’a "Yalandır" dedin. Her şeyi yalanladığın gibi. Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir alışkanlığı vardır, Gürcafer. Bugüne kadar olmadı diye, bugünden sonra olmayacak diye bir şey yok.
Şimdi gelelim Mustafa Alkan'ın sorusuna. Bu işin içinde sen de varmışsın yahu demişler. ‘Yoktur’ diyor. ‘Yalan! Yalan!’ diyor. Yahu sen basın toplantısı düzenledin. Nasıl yoksun? ‘Bu işin bir kanunu yoktur. Benim oğlum da yapar.' dedin. 'Evet dedim, söyledim. Ama oğlum yapar. Ben yapmam’ dedi.
Etik değil. Buradan Gürcafer'e sesleniyorum. Ben senin bu işi yaptığın kanıtlamaya hazırım. Elimdeki belgelerim var. Kanıtlamaya hazırım. Ben kanıtlarsam istifa edecek misin? Hazırım. Siz bu memleketi alıştınız istediğiniz gibi yönetesiniz. İstediğiniz gazeteciyi alıp, istediğiniz haberleri yaptırıp, istediğiniz haberleri sildirmeye alıştınız siz. Ama maşallah Allah'ıma şükürler olsun. Bana gazeteci demedikleri için de çok memnunum. Çünkü öyle gazeteci olacağıma olmayayım daha iyi. O haber yaptırdıkların var mesela. Aylarla benimle uğraştılar. Onları da öğrendik. Benimle ilgili haber yaptırdığın insanları söylerim." dedi.
Mahkeme tutanaklarında “Polis’in yalan söylediği’ni iddia eden Cafer Gürcafer, Polis’in ülkemizde arka arkaya çok insanı tutukladığını, tutuklananlar arasında eski başbakanlar, bakanlar, vekiller, YÖDAK başkanları, iş adamları, doktorlar ve eczacılar bulunduğunu ve bunun “Hiç beklemediğimiz şeyler” olduğunu ileri sürdü. ”Hiçbir şey yokken mi tutuklandı bunlar? Yani polis gitti, aldı ve geldi. Bunların hiçbir şey yokken mi?” sorusunu sordu.
Yargılandığı davalarda Serdinç Maypa’nın ‘patron’ diye hitap ettiği ‘bayanın’ kendisine rüşvet verdiğini iddia ettiğini, bu kadar iş takipçisi varken ve kendisi onay mercii değilken neden sadece söz konusu kişiden rüşvet iddiasının geldiğini sorgulayan Gürcafer, “Şimdi, benim yargıya güvenim sonsuzdur. Kendimin temiz olduğumu da çok iyi bilirim. Eğer ki en ufak bir şey gelirse bile ben istifa etmeye hazırım.” dedi.
Serdinç Maypa söz konusu iddialara yanıt olarak, “Ben tutuklanmadan önce, şimdi size belgelerini açıklayacağım. Hepsinin ne kadar bir yalan konuştuğunu anlayacaksınız. Ben tutuklanmadan önce, bakın arkadaşlar, burayı iyi dinleyin. Benim hakkımda çıkarılan videoyu yapan da kendisidir. Çünkü o videonun sonunda o Arap kökenli arkadaşlar kapatırlarken "Aman, Mehmet Gürcafer duymasın, Mehmet abim arar" dediler. Telefonda arar. Mehmet abi kimdir?
İlk gün mahkemeye geldiğimde, bir gün sonra üç gün alacaklarında, bana yirmi tane basın mensubu ve polis yanımda, basın mensuplarına dediğim kelime şudur: Yanlışsam düzeltsinler arkadaşlar: 'Benimle ilgili böyle bir iddia var. İnsan kaçakçılığı. Kardeşimin eski yaptığı işti bu. İnsanları mağdur etmemek için onlarla ilgili bir konuşma yaptığım var, doğrudur. Benimle ilgili insan kaçakçılığı veya bu işi yaptığıma dair herhangi bir veri bulursanız, zaten tutukluyum, engelleyemem de. Çıkarın ortaya ve beni içeriden çıkartmayın.'
Polis, bu videoyu çıkaranların peşine düştü. Çıktıktan sonra ben isim verdim. Bununla çalışan bir adamın ismini verdim. Ama beni tutuklamayı beceren Özel Birim, o adamın Kıbrıs'tan çıkışını yasaklayacağına yapmadı. Ben çıkışının tarihini de verdim kendilerine. Gelişinde tutukladılar kendisini. Aldılar. Ama telefonlar temizlenmişti arkadaşlar. Telefonlar temizlenmişti.” iddiasında bulundu.
Gürcafer programın sonunda, “Benim yaklaşık 100’e yakın gayrimenkulüm var. Benim adıma geçen en eski gayrimenkul 2005 yılındadır. Benim paraya ihtiyacım yoktur.” açıklamasını yaptı ve iki tane birinci sınıf karnesi olmasına rağmen etik olmadığından dolayı hiçbir ihaleye katılmadığını belirtti.
Alkan’ın “Ama müteahhitlik de yapmazmışsınız” tepkisine cevaben “Doğru olan odur. Bir tek otele gidip ‘Karnemi alın kullanın, bana %5 verin" demedim.’” dedi. Paraya ihtiyacı olmadığı için ihalelere girmediğini, Kıbrıs Türk Müteahhitler Birliği Başkanlığını ‘gönüllü” olarak yaptığını ileri sürdü ve “Bu çirkin yakıştırmayı, bu çirkin komployu hak ettiğimi düşünmem. Tek derdim vardır: Bu işlerin yargıda neticelenmesi. Ertesi günü ben yokum artık.’ dedi.
Yurttaş gazeteci Maypa programında yeni bir iddia ortaya attı. Ve şu ifadeleri kullandı:
“İki senede, arkadaşlar, iki senede! Müteahhitler Birliği ile Taçoy zamanında imzalanan anlaşmadan, Sadık Gardiyanoğlu’nun tazelemesiyle geçen, sonra iptal edilen protokole kadar geçen sürede Müteahhitler Birliği ne yaptı biliyor musunuz?
Toplam 82.000 işlem yaptı! Bunlardan 19.536’sı işçi getirmek için yapılan ön izin başvurusu! 19.536 işçi! Peki neden önemli bu 19.500 işçi? Bu 19.500 işçinin en az %80’ini Gürcafer’in oğlu Mehmet Gürcafer getirdi!
Ben iddia ediyorum ki, esas patron Mehmet Gürcafer’dir! Hiçbir yeterliliği olmayan işçileri getirdiler bu ülkeye! Demirci olmayanı demirci diye getirdiler! Kalıpçı olmayanı kalıpçı diye getirdiler!
İddia ediyorum, bu işçilerin üzerinden alınan paralar 39 milyon Euro'dur! Evet, 39 milyon Euro!
İptal edilmesine rağmen, Savcılık tarafından durdurulmasına rağmen, neden aylarca itiraz ettiler, uğraştılar düzeltsinler? Ve aylarca yasal olarak yasaklanmasına rağmen, Başsavcılık'ta durdurulmasına rağmen hâlâ daha izin alırlardı. Hâlâ daha insanlara gelin de halledeceğiz diyerek paralarını alırlardı.
Şimdi anladınız mı? Yoksa hâlâ anlamıyor musunuz? Bu işçileri getirirken işiçilerden 2.000 Euro aldıklarını biliyoruz. 19.500 işçi x 2.000 Euro = 39 milyon Euro!
İki senede 39 milyon Euro işçi getirme adı altında para alınmıştır. Ben de bıraktım da geldim Gürcafer."
Yurttaş gazeteci Serdinç Maypa Gürcafer’in bazı iddialarına yanıt vermeyi programında ara vermeden uzun süre konuştuğu için unuttuğunu ve diğer konulara değinmek için vakit yaratmak üzere cevap veremediğini ancak KTİMB Başkanı Gürcafer’in diğer iddialarına da gelecek programında yanıt vereceğini söyledi. Mikro-Makro, diğer yanıtları da bu haber içinde güncelleyip yayımlayacaktır.
Yorumunuz