Geçenlerde CNN International’da ana sayfadan verilmiş bir haber vardı. Haberde, İtalya’da mafyanın Covid-19 salgınından nasıl faydalandığı anlatılıyordu. Güney İtalya’da mafya örgütleri yoksullara yardımda bulunarak, hatta bazen nakit vererek insanların sadakatini kazanıyor, salgında aciz kalan devletin yerine kendilerini başarılı bir model olarak sunuyordu. Mafya denince çoğu insanın aklına uyuşturucu mafyası geliyordu ama CNN’e demeç veren, mafya ile mücadelede büyük başarıları olan İtalya’nın Emniyet Genel Müdürü Franco Gabrielli öyle düşünmüyordu. Gabrielli, İtalyan mafyasının daha önceki ekonomik krizde olduğu gibi, salgın döneminde de online kumardan gıda zincirine, ilaç ve tıbbi malzeme tedariğinden karayolu taşımacılığına, dağıtıcılıktan benzin istasyonlarına kadar neredeyse her sektöre girerek, gizlice ekonomiyi ele geçirdiğini söylüyordu.
Şimdi benim KKTC için yazacaklarım da size İtalya’yı aratmayacaktır. Bu ülkede tefecilikten kazandığı parayla gıda, otomotiv, kuyumculuk, sigortacılık, emlak vb. birçok sektöre giren küçük mafya örgütleri var. Tefecilikten sağladığı birikimle yasal banka kuranların, bankacılığın yanında finans şirketi sahipliği de olanların bulunduğu bir ülkede gıda sektörüne haydi haydi girenler çıkacaktır! KKTC’de salgın patladıktan sonra, işleri sadece gıda ürünleri ithalatı olan düzgün firmalar, tefecilikten kazanmakta olduğu ile gıda sektörüne giren bir şirketle rekabet edemez hale geldiler. Nasıl rekabet edebilsinler ki? Düzgün şirketler yurtdışından gıda ürünü satın alacakları firmalara 1-2 ay sonra ödemek üzere akreditif açarken, tefeci kendi gıda şirketi aracılığıyla gıda firmalarına nakit teklif ediyor, nakit verince de indirimli fiyattan ürünleri KKTC’ye getiriyordu.
Hem tefeci hem sanal betçi bir başkası ‘topluma büyük yardım’ diye pazarlamak üzere ucuza ve kaçak getirdiği sağlık malzemelerinin fiyatını şişirerek, kendisini toplumumuza ak sütten çıkmış iş insanı olarak tanıtıyordu. Hükümete yakın tefeci sanal betçiler korunuyor, orda burada yardım reklamları yapmalarına izin veriliyor; hükümete uzak olanların kriminal oldukları hatırlatılıyordu…
Ekonomi okumuş siyasetçilerimiz ısrarla KKTC’de kara para olmadığını söylüyorlardı fakat tefecilik yapanların kayıtları göstermelik inceleniyordu. Kara listede olanlara kredi veren, KKTC Merkez Bankası Tebliği’ne aykırı hareket eden bankalar vardı ki olaylar ortaya çıktıkça resmi görevdeki müfettişler uzaklaştırma alıyordu. Bir banka sahibinin evrakta sahteleme yaptığı belirlenmişti ancak olayın üzerine gidebilen bir tek savcı çıkmıyor, tefecilikten bankacılığa terfi eden şahsın bankacılık izinleri yıllar geçse de iptal edilemiyordu. Savcılar polisleri, polisler de savcıları suçluyordu; kamuoyunda ise maalesef ne savcılığa ne de polise güven kalıyordu. Davası görülen bir sanal betçinin hesabından vergisi ödenmemiş milyonlar çıkıyordu mesela. Eski Başbakan’ın tek geliri aylık başbakanlık maaşı iken hesaplarında milyonlarca TL, binlerce Dolar, Sterlin ve Euro bulunuyordu fakat bizim ülkemizde kara para yoktu. Adı ‘% 5’e çıkmış siyasetçiler, bu % 5 komisyonları yasa dışı işleri yasallaştırdıkları için alıyorlardı. Gece kulüpleri gerçekte elde ettikleri gelire göre değil, sadece bir yılda çalıştırdıkları seks işçisi sayısının temel alındığı standart bir ücreti devlete vergi olarak ödüyorlardı amma ülkede kara para yoktu. KKTC tertemiz bir ada ülkesiydi.
Benim bu satırların yazarı olarak hiçbir tefeciye bir kuruş borcum yok, bankalara olan borcunu da ödeyen biriyim. Benim bu kadar dert edindiğim bir konuyu ülkemiz medyası ve siyasetçileri neden gündeme getirmiyor hiç düşündünüz mü? Cevabı belli olan soruları sormamak gerek, haklısınız. Şu soruları kendimize sormalıyız gene de: Gittikçe bozulan ekonomide kara paranın daha fazla şirketi ve daha fazla sektörü ele geçirmesine nasıl dur diyeceğiz? Ekonomik krizin daha da derinleşeceği bir ortamda, tefeciler normal şirketlerin hisselerini satın almak için sıraya girerken, iflasın eşiğine gelen firmaları ve çalışanlarını tefecilerden kim koruyacak? Kara paranın her yere girdiği bir ülkede, yasalara uygun olarak çalışan şirketler, tefecilik gelirlerini değişik sektörlerde aklayanlarla nasıl rekabet edecek ve iş yapmaya nasıl devam edecek? Sistemi her ayağıyla satın alan küçük mafya gruplarının olduğu bir ülkeden Avrupa standartlarında bir ülkeye nasıl geçeceğiz?
Yasa dışı, vergilendirilmeyen gelir sahibi olup yasal şirketlerine para pompalayanlarla, geçmişten bu yana dünyanın geri kalanı nasıl mücadele ettiyse biz de öyle mücadele edeceğiz. Olanı biteni deşifre edeceğiz; kişisel ya da kurumsal hesaplarımızı dolandırıcılıkla yutmaya niyetlendilerse yapılanları tespit ederek haklarında dava açacağız. Gerekirse KKTC’deki kurumlar görevlerini yerine getirmediği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğiz. Kan emici parazitlerden korkmayacağız, üzerlerine gideceğiz. Onlar kendilerini pazarlarken biz gerçekte ne olduklarını ve ne yaptıklarını yüzlerine vuracağız. Tefeciliği mevcut ekonomik krizde derhal yasaklaması gereken, durmadan milliyetçilikleri ile övünen hükümet üyeleri yasa dışılığa izin vermeye devam ederse hiçbirine acımayacağız. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden başka gündemi olmayan politikacılara, memur maaşlarını ödemek ve altyapı yatırımlarını yapmak için para dileneceklerini bile bile seçilmeye çalışan siyasetçilere geleceğimizi teslim etmeyeceğiz. Kara parayla mücadele eden uluslararası kuruluşlara ve uluslararası basın örgütlerine rapor hazırlayıp sunacak ilişki ağına sahip olanlar, ülkede neler döndüğünü açıklamaktan çekinmeyecek.
Tefeciye borçlu kalanların ‘Sidikli Kasabası’na gönderildiği, kara para aklayanlarla rekabet edemeyenlerin işletmelerini kapattığı, kara paranın ele geçirdiği bir cumhuriyete dönmekle ilgili sıkıntınız yoksa asalaklar size de yapıştığında bağırıp çağırmayın, duyan kalmayacak.
Yorumlar