Röportajlar

Selma Eylem: 'İkamet yeri KKTC olmayanlar vatandaş yapılıyor ve öğretmen olarak atanıyor'

Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) Başkanı Selma Eylem ile toplumda geniş yankı uyandıran ve yargıya taşınan Disiplin Tüzüğü değişikliğini ve eğitimdeki son gelişmeleri konuştuk.

Ortaokullardan itibaren baş örtüsüne izin veren Disiplin Tüzüğü değişikliğine karşı Anayasa Mahkemesi'ne başvurdunuz. Mahkeme’nin alacağı karar aleyhinize gelişirse AİHM’e başvurmayı planlıyor musunuz?

Özellikle sendika avukatımız Öncel Polili ve bu süreçte gönüllü olarak bize aktif destek veren avukatlardan biri olan Cansu Nazlı’nın bu konuda olumlu bir karar çıkacağına dair görüşleri var. Zaten bu doğrultuda diğer örgütlerle birlikte hareket ederek Anayasa Mahkemesi’ne başvurma kararı aldık. Dolayısıyla şu anda Mahkeme'nin olumlu bir karar vererek düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmesini bekliyoruz. Aleyhte bir sonuç çıkarsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru seçeneği elbette değerlendirilebilir. Ancak şu anda böyle bir planımız yok, olumsuz bir karar çıkması halinde bu seçeneği gündeme alabiliriz. Hem hukuki hem siyasi bir mesele olan bu tüzük değişikliği dayatmasını kabullenmemek, kararlılıkla mücadeleyi sürdürmek gerekir.

“Süleymancılar tarafından kurulan Tahsil Çağındaki Talebelere Yardım Derneği’ne açtığımız dava 24 Eylül’de”

KKTC’de Milli Eğitim Bakanlığı izni olmaksızın Hristiyanlığı yayanlar soruşturulur ve ceza alırken -böyle bir Nijeryalı öğrenci Mağusa’da bir apartman dairesinde izinsiz İncil eğitimi verdiği için Mahkeme’ye verilmişti- ülkede tarikat ve cemaatlerin KKTC Milli Eğitim Bakanlığı izni olmaksızın faaliyet gösterdiği iddialarını sendika olarak kaç kere polise şikâyet ettiniz ve sonuç ne oldu?

Biz özellikle 2023’ten itibaren sendika yönetiminde görev almaya başladıktan sonra bu konuyu daha yakından takip etmeye başladık. Burada faaliyet gösteren, Süleymancılar tarikatı tarafından kurulan Tahsil Çağındaki Talebelere Yardım Derneği var. Bu derneğin her bölgede yurtları bulunuyor.

Girne ve İskele polislerine şikâyette bulunduk. Özellikle İskele bölgesinde bazı ailelerin şikâyeti üzerine biz de iki sendika olarak şikâyetçi olduk. Ancak polis herhangi bir somut tespit yapamadı. Binada bazı kapıların kilitli olduğu, çocukların binanın etüt olarak kullanıldığı bilgisini verdiğini ifade etti. Fakat basına da yansıdığı üzere, bu yerlerde 18 yaş altı çocukların barındırıldığı, izinsiz ve kayıtsız yatılı din kursu verildiği ortaya çıkmıştı.

Söz konusu öğrenci yurtları zaman zaman basına da konu oldu. Bunun üzerine dava açtık. Dava konusu, bu derneğin tüzüğünde yer alan yurt açma yetkisinin Anayasa'ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'ye aykırı olması ve 18 yaş altı çocuklarımıza yasa dışı olarak yurt hizmeti vermesidir. Sendikamızın desteğiyle Evrensel Çocuk Hakları Derneği de bu derneğin kapatılması için dava açmıştır. Onların açtığı davanın ilk duruşması yapıldı ve 16 Aralık tarihine ertelendi. Bizim açtığımız dava ise 24 Eylül’de görülecek.

Dava doğrudan tarikata bağlı bu derneğe açıldı. Çünkü bu dernek izinsiz ve yetkisiz olarak böyle bir faaliyette bulunuyor. Söz konusu yurtlar, Tahsil Çağındaki Talebelere Yardım Derneği’nin organizasyonu altında faaliyet gösteriyor. Bu dernek de Süleymancılar tarikatına ait bir yapıdır. Bildiğiniz gibi tarikatlar, Türkiye’de olduğu gibi burada da dernekler üzerinden faaliyetlerini sürdürüyor. Hatırlayacaksınız, 2016 yılında Adana Aladağ’da bu derneğe ait Orta Öğretim Kız Öğrenci Yurdu'nda yangın çıkmış ve 10’lu yaşlarda 11 çocuk ve 1 eğitmen yanarak hayatını kaybetmişti. Bu tür örgütlenmeler, tarikat ve cemaat yapılanmaları, özellikle eğitim alanındaki kararlarla bağlantılı olarak yürütülen faaliyetler açısından masum değildir. Bunların hepsi toplum mühendisliğinin bir parçasıdır. Hükümete aldırılan bazı kararlar da bunun bir uzantısıdır; Disiplin Tüzüğü meselesi de bunun açık bir örneğidir ve bu süreci destekleyen bir nitelik taşımaktadır.

Ne yazık ki polis de bu konuda aynı eşitlikte hareket etmiyor. İfade ettiğiniz gibi farklı dinlerle ilgili bir faaliyet hakkında bir şikâyet olduğunda soruşturma başlatılabiliyor, hatta dava açılabiliyor. Ancak çok daha aşırı uygulamalara sahip bu tür tarikat yapılanmaları için aynı şey yapılmıyor.

Örneğin İskele’deki yurt binası. Polis orada herhangi bir tespit yapamadı. Oysa binanın pencereleri sürekli kapalı, perdelerle çevrili, köylerden toplanan çocuklar hafta içi taşınıp oraya götürülüyor, hafta sonu evlerine geri götürülüyor. Ancak polis, nedense, bu faaliyetleri görmezden geliyor; nasıl oluyorsa tespit yapamıyor, ne dava açıyor ne de soruşturma yürütüyor.

24 Eylül mü demiştiniz?

Evet, 24 Eylül’de ilk duruşma Yüksek İdare Mahkemesi’nde olacak. Avukatımızın verdiği bilgiye göre bu ilk duruşmadır ve 24 Eylül’de gerçekleşecektir. Elbette bu konuda basını ve kamuoyunu bilgilendirmek için gerekeni yapacağız. Çünkü özellikle çocuk hakları açısından ve bilirsiniz Disiplin Tüzüğüyle kız çocuklarının bedeni üzerinden alınan siyasi kararlar nedeniyle bu mesele son derece hassastır. Öğretmenlerimiz de toplumumuz da bu konuda oldukça duyarlı davranıyor.

Okullarımızda birçok ülkeden farklı din mensubu öğrenciler eğitim görüyor. Söz konusu tüzük değişikliğinin yasallaşması durumunda diğer dinlerden öğrencilerin kendi dinsel sembol ve kıyafetlerini giyebilmesinin de önü açılacak. Kamu Hizmeti Komisyonu tarafından Türkiye’den öğretmen atamaları da yapılıyor. Bu durumda öğretmenlerin dini kıyafetlerle görev yapmasının da yolu açılabilir. Böyle bir ortamda, okullarda dini sembollerin görünürlüğünün artması, öğretmen-veli-öğrenci ilişkilerini ve çokkültürlü eğitim ortamını nasıl etkileyebilir?

Bir ortaokulumuzda yaşanan süreci zaten biliyorsunuz. Ardından yeni bir tüzük yayınlandı. Bu tüzük görünüşte tüm dinlere eşit mesafede durmayı ve çocuğun inanç özgürlüğünü sözde gözetmeyi öngörüyor. Yani farklı dinlerden öğrenciler kendi kıyafetlerini giyebilecek, sembollerini takabilecek şeklinde bir yaklaşım içerdiği iddia ediliyor. Ancak aslında yeni yayınlanan düzenlemede de ciddi bir çelişki var. İlk yayınlanan tüzük, esas niyetini açıkça ortaya koyuyordu.

“Polis örneğin Hristiyanlıkla ilgili izinsiz bir propaganda söz konusu olduğunda derhal müdahale edebiliyor, hatta dava açılabiliyor”

Biraz önce de belirttiğiniz gibi, polis örneğin Hristiyanlıkla ilgili izinsiz bir propaganda söz konusu olduğunda derhal müdahale edebiliyor, hatta dava açılabiliyor. Ama burada farklı bir ayrımcılık yaklaşımı var. Özellikle ilk yapılan Disiplin Tüzüğü değişikliğinde kız çocuklarının başını örtmek istemesi durumunda bone üzerine bandana takabilirler şeklinde bir düzenleme getirildi. Bu açıkça bir ayrımcılıktır. Dolayısıyla bu konuda verilen mücadele ve yükselen toplumsal tepkiler üzerine geri adım atılarak yeni bir tüzük yayınlandı.

Bu tüzük, Mahkeme'de savunulduğu gibi “tüm dinlere eşit mesafede olunacağı” iddiasıyla gündeme gelmiş olmasına rağmen, Hala Sultan İlahiyat Koleji’ne açık bir ayrıcalık tanıyor. Tüzükte yer alan bir maddeye göre Hala Sultan İlahiyat Koleji öğrencilerinin kılık kıyafeti ile ilgili düzenlemeler okul yönetiminin önerileri doğrultusunda bakanlık tarafından belirleniyor. Burada bariz bir ayrımcılık vardır; çünkü orada şeriat müfredatı uygulanıyor ve zaten İlahiyat Koleji’nin kuruluş amacı da verilen eğitim de bu doğrultudadır. Kız çocukların çoğunun başı örtülü olmakta ve bu yeni tüzükle birlikte bu uygulamanın devam etmesi planlanmaktadır.

Öğretmen ataması meselesine gelince: Ne yazık ki 2022 yılından beri başörtülü öğretmen atamaları sürmektedir. İlk olarak 2021 yılında bir atama yapılmıştı, yalnızca bir tane. Daha sonra, 2022 yılından itibaren bu uygulama düzenli bir hâle geldi ve günümüzde de devam ediyor. Sendikamız bu duruma itirazlarını en başından beri ortaya koydu. İlk atama Lapta Yavuzlar Lisesi’ne yapılmıştı, daha sonra İlahiyat Koleji’ne görevlendirilmişti. Ancak tüm tepkilerimize rağmen süreç 2022’den bu yana aynı şekilde sürdürülüyor. Bu durum, kamusal alanda tarafsızlık ilkesine aykırı olduğu gibi pedagojik açıdan da ciddi riskler taşımaktadır. Öğretmen bir rol modeldir ve öğretmenin kılık kıyafeti, özellikle dini, yani bu durumda siyasi bir sembol niteliği taşıdığında, bu okul içinde bir tür kültürleme aracı hâline gelir. Bu ise çocuklar açısından pedagojik olarak sakıncalıdır ve tarafsızlık ilkesini ihlal eder. Bunun birtakım riskler ve olası çatışmalar barındırdığını düşünüyorum. Çünkü okullarımızda birçok farklı ülkeden gelen yabancı öğrenciler bulunmaktadır.

“İskele bölgesinde %25, Mağusa bölgesinde %20 ve Girne bölgesinde %14 eğitim dilini bilmeyen yabancı öğrenci oranına ulaşan okullarımız var”

Yabancı öğrencilerin sayısı belli midir acaba ya da böyle bir araştırma var mı? 

2023 yılında yaptığımız bir araştırmaya göre, İskele bölgesinde %25, Mağusa bölgesinde %20 ve Girne bölgesinde %14 eğitim dilini bilmeyen yabancı öğrenci oranına ulaşan okullarımız vardır. Tabii bu oranlar sabit değil; çünkü okullardaki öğrenci sayımız haziranda farklı, eylülde farklıdır. Sürekli bir değişkenlik söz konusudur. Bunun nedeni de buraya sürekli bir nüfus akışı olmasıdır.  Rusya, İran, Pakistan, Türkmenistan vb. farklı ülkelerden öğrenciler gelmektedir.

“Türkiye’de ikamet etmekte olan kişiler vatandaş yapılıyor, sonra gelip burada öğretmenlik sınavına girip atama sırası bekliyor. Girmiş olduğu branşta kadro ihtiyacı çıkıyor, münhal açılıyor ve o kişi atanıyor. Böyle bir süreç işliyor”

Ruslar da Hristiyanlıkta muhafazakâr sayılır; genellikle Ortodoks mezhebine bağlıdırlar. Bu noktada ayrıca şu soru gündeme geliyor: Eğitilmiş, atama bekleyen kendi öğretmenlerimiz dururken Türkiye’den buraya neden öğretmen görevlendirmesi yapılıyor? 

Yıllardır, kültür anlaşması adı altında birçok branşta kendi öğretmenlerimiz olduğu ve atama beklediği halde Türkiye’den öğretmen getirilip okullarımızda görev yapması sağlanıyor. Çoğunluğu bir misyon amacıyla, dönüşüm çalışmaları çerçevesinde getiriliyor. Şimdi ise, yeni bir stratejiyle kısa bir süre önce KKTC vatandaşı yapılan kişilerin öğretmen olarak atanması söz konusu. Mesela iki ay önce vatandaş yapılan birinin, iki ay sonra öğretmen olarak atandığını görüyoruz. Böyle örnekler mevcut. Yani Türkiye’de ikamet etmekte olan kişiler vatandaş yapılıyor, sonra gelip burada öğretmenlik sınavına girip atama sırası bekliyor. Girmiş olduğu branşta kadro ihtiyacı çıkıyor, münhal açılıyor ve o kişi atanıyor. Böyle bir süreç işliyor.

Bence bu durum AKP’nin buradaki dönüşüm planlarında kadrolaşma aşamasına geçtiğini gösteriyor. Bunun esas hedefi öğretmen sendikasını zayıflatmak ve kamuda etkisiz hale getirmek. Bu hedefin bir parçası olarak 2017’de elçilik tarafından adına KIBTES denen ve aslında bir proje olan bir sendika kurduruldu. Şimdi de bu kadrolaşma stratejisi kullanılıyor.

Bunu kanıtlayabilir misiniz?

Böyle örnekler olduğunu biliyoruz. Öğretmenlikte kaç kişi olduğu konusu ve nasıl vatandaş yapıldıkları araştırılmalı, bunun için yasal düzenleme yapılmalıdır. Ancak bunun masum olmadığını, hedefe yönelik bir strateji olduğunu, orda ne varsa burada da olması için yapılan çalışmaların bir parçası olduğunu düşünüyorum.

Burada yaşamayan insanlara nasıl vatandaşlık veriliyor? 

Araştırılmalı, tespitler yapılmalı. Okulların yerini dahi bilmeyen öğretmenler atanıyor. Burada ikamet etmeyen, yaşamayan kişiler vatandaş yapılıyor, akabinde öğretmen oluyor. Gözlemlendiğinde bu atamalar içerisinde mufazakâr oranının yüksek olduğunu görüyoruz. Bakanlar Kurulu kararıyla yapılanlar içerisinde haksız verilen vatandaşlıkların Mahkeme'den geri döndüğünü görüyoruz, her seçim döneminde benzer kararlar üretildiğine, hatta bu kez de seçim yasaklarına saatler kala, giderayak yapıldığına hep birlikte tanık olduk, oluyoruz.

“Nakil bekleme listeleri için T.C menşeli bir şirkete astronomik ücret ödeyerek Mebbis adında bir yazılım alındı. Hatalı listeler üzerinden hatalı nakil çalışmaları yapıldı (…) Konu Mahkeme'de, hatalı yapılan nakillere dava açıldı”

Böyle kaç öğretmen vardır? 

Daha fazla son iki yıldır yapılan atamalarda bunu gördük. Bu yıl seçim yasakları bahane edilerek atamalar yapılmadı. Bu konuyla ilgili Kamu Hizmeti Komisyonu Başkanıyla birlikte Yüksek Seçim Kurulu Başkanı'nı (Yüksek Mahkeme Başkanı) ziyaret ettik ve Meclis'in olağanüstü toplanarak geçici bir maddeyle çözüm üretebileceğini öğrendik. Ana muhalefet lideriyle görüşmemizde çözüme destek vereceğini, Eğitim Bakanı'nın da olumlu baktığını ifade etti. Başbakanla görüşmedik, müsteşarı durumu kendisine aktaracağını söyledi. Bu görüşmelerimiz sonrası bir saat geçti ve Eğitim Bakanlığı öğretmenleri geçici görevlendirme için ivedilikle bakanlığa çağırdı. Kısacası Genel Orta Öğretim ve Mesleki Teknik öğretmenlerinin ataması Eğitim Bakanı aracılığıyla siyasete kurban edildi, atanacak öğretmenlerin hakları gasbedildi. Bu yıl öğretmen nakil çalışmalarında her yıl olduğu gibi yasaya uygun olacak şekilde bakanlık sendikayla istişare etmek ve birlikte çalışmaları yapmaktan kaçınmasından kaynaklanan nakil hakkıyla ilgili de hak ihlalleri söz konusudur. Nakil bekleme listeleri için T.C menşeli bir şirkete astronomik ücret ödeyerek Mebbis adında bir yazılım alındı. Hatalı listeler üzerinden hatalı nakil çalışmaları yapıldı. KHK ise tüm yazılı, sözlü uyarılarımıza, avukatımız aracılığıyla gönderdiğimiz ihbarnameye, yaptığımız eylem ve görüşmelere rağmen hatalı yapılan çalışmaları onaylayarak nakilleri gerçekleştirdi. Konu Mahkeme'de, hatalı yapılan nakillere dava açıldı.

Peki, eğer bu tür vatandaşlıklarda bir sıkıntı tespit edilirse, basın veya sendika tarafından ne yapılabilir?

Bu durumda, yani haksız verilen vatandaşlık söz konusuysa iptali için hukuki yola başvurulabilir. Bu konuda YKP’nin (Yeni Kıbrıs Partisi) açtığı ve kazandığı bir dava var geçtiğimiz günlerde, Mahkeme vatandaşlığın iptaline karar verdi. 

Türkiye’de eğitime baktığımızda, bakanlığın sürekli olarak Diyanet'le, tarikatlarla iş birliği yaptığını görüyoruz. Hatta hatırlarsanız, 2023 yılında protokol imzalanan 10 tarikat ve cemaat için, gelen eleştiriler nedeniyle, T.C Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin bunlara ‘sivil toplum kuruluşları’ demişti. Genç beyinlere sürekli olarak din kullanılarak korku pompalanıyor. Bu siyasi konu bilinçli olarak yapılıyor. Eleştirel düşünceden uzak kalan, sorgulamayan, kolayca yönetilebilen, biat eden bireylerden oluşan bir toplum yapısı oluşturmak isteniyor, tamamen kasıtlı, bilinçli, planlı ve stratejik bir biçimde. Aynısı bizde de yaşanıyor. Eğitimde dönüşümle toplumsal dönüşümü gerçekleştirme, AKP’nin toplumumuzda siyasal İslam tahakkümünü derinleştirme çalışmaları ile ilgili talimatlar veriliyor, daha önce bu dozda olmayacak şekilde talimatlar atanmışlar tarafından birebir yerine getiriliyor.

"15-20 bin kişi sokaktayken Bakanlar Kurulu karar alabiliyor. Yani halkın tepkisi tamamen yok sayılıyor, ben yaparım olur dayatması yapılıyor. Annan Planı eylemlerinden beri sokağa çıkan, tepki koyan, irade gösteren, eylem yapan insan sayısı, kalabalık, bu kadar olmamıştı"

Uluslararası hukukun dışında bırakılan ada yarısı ülkemizde yarattıkları torpil, rüşvet, rant, yağma, talan peşkeş düzeninden talimatı verenler de alanlar nemalanıyor. Yüzleri hiç kızarmadan yasalara, Anayasa’ya uymuyorlar. Göz göre göre, düşünün, 15-20 bin kişi sokaktayken Bakanlar Kurulu karar alabiliyor. Yani halkın tepkisi tamamen yok sayılıyor, ben yaparım olur dayatması yapılıyor. Annan Planı eylemlerinden beri sokağa çıkan, tepki koyan, irade gösteren, eylem yapan insan sayısı, kalabalık, bu kadar olmamıştı. Son eylemler, mitingler Disiplin Tüzüğü aracılığıyla kız çocuklarımızın bedeni üzerinden siyasi İslam dayatmasına toplumumuzun gösterdiği tepkinin boyutunu ortaya koymuştur. 

Laiklik ilkesini güçlendirmek için hukuki yollar dışında hangi toplumsal hareketler etkili olabilir?

Elbette bireysel özgürlükleri teşvik etmek gerekir, toplumsal barışı güçlendirmek için çalışmalar yapılabilir. Özellikle eğitim alanında hoşgörüyü, farklılıklara tahammülü geliştirecek adımlar atılması, barış kültürü oluşturmak için düzenlemeler yapılması gerekir. Disiplin Tüzüğü aracılığıyla kız çocuklarımızın bedeni üzerinden siyasi İslam dayatması yapmak, dini unsurları eğitim alanına enjekte etmek, eğitim politikalarını, müfredatı, faaliyetleri gerici bir anlayışla belirleyip sürdürmek laiklik ilkesini zedeleyici bir meseledir. Dolayısıyla bunun önüne geçecek çalışmalar yapılmalıdır. Nitelikli, bilimsel, kamusal eğitim için mücadele artırılmalıdır. Sendikalar, sivil toplum örgütleri bu konuda farkındalığı, duyarlılığı artırıcı çalışmalar yapmalıdır. Kıbrıs Türk toplumunu kendi kimliğinden koparmak, dilini, dinini, yaşam biçimini dönüştürmek, bağımlı ve kontrol edilebilir bir yapıya dönüştürmek için dayatılan ve yıllardır sistematik olarak sürdürülen siyasi, ekonomik, kültürel dayatmalara karşı toplumsal mücadele örgütlenmelidir.

“Dayatılan Disiplin Tüzüğü değişikliğine karşı açtığımız davada bile, duruşma sırasında üstelik kadın olan savcının ifade ettikleri bu politikaların yansıması olarak görünüyordu ve inanılır gibi değildi”

Hoşgörü derken neyi kastettiniz?

Farklılıklara hoşgörü derken, farklı dinlere, farklı etnik kökenlere ve farklı tercihlere hoşgörüyü kastediyorum. Çünkü biliyorsunuz ki buradaki eğitim politikaları AKP’nin ideolojisi doğrultusunda şekilleniyor. Eğitim politikalarını belirleyen bizim kendi eğitim bakanlığımız veya hükümetimiz değildir; buradakiler sadece uygulayıcıdır. Sürdürülen politika, tamamen teslimiyetçi bir politikadır. Dolayısıyla şu anda adanın kuzeyi için bir kolonizasyon söz konusudur. Orada ne varsa, burada da aynı şekilde uygulanması hedeflenmektedir.

Dayatılan Disiplin Tüzüğü değişikliğine karşı açtığımız davada bile, duruşma sırasında üstelik kadın olan Savcının ifade ettikleri bu politikaların yansıması olarak görünüyordu ve inanılır gibi değildi. Disiplin Tüzüğü değişikliğinin Anayasa’ya aykırı olmadığını savunurken, adeta AKP’nin savcılığını yaptı. Verdiği örnekler “2012 öncesi dayatmacı, baskıcı laiklik” ve “2012 sonrası evrensel laiklik” üzerinden şekilleniyordu. Bunu “evrensel laiklik” bağlamında değerlendiriyor, özellikle başörtüsüyle ilgili lehte mahkeme kararlarını örnek gösteriyor, ayrıca AKP’nin danışmanlarının görüşlerinden alıntılar yapıyordu. Ama dikkat çekici olan, Leyla Şahin davasından hiç söz etmemesiydi. Gerçekten kulaklarıma inanamadım. Çünkü bu ülkede laik yaşam biçimi, Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş ve ilerici anlayış, 1930’lardan beri süregelmektedir. 1930’larda İngiliz sömürge idaresinin cemaatleşme dayatmasına karşı mücadele verilmiş, kara çarşaflar atılmış ve o yıllardan itibaren laik yaşam biçimi benimsenmiştir.

Bugün laik yaşam biçimine yönelik müdahaleyi, dayatmayı inkâr etmek, AKP’nin ideolojisi doğrultusunda dayatmayla yapılan bu düzenlemeyi savunmak, hem de bir kadın olarak savunmak benim için hayret ve derin üzüntü vericiydi.

Kıbrıs Türk Barolar Birliği’nin Bakanlar Kurulu’nun bilgisine getirilmek üzere Başbakanlığa sunduğu Disiplin Tüzüğü’ne ilişkin hukuki değerlendirme ve tavsiyeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Barolar Birliği'nin Mahkeme'de Savcının da referans gösterdiği raporu da beni gerçekten üzdü, hayretler içinde bıraktı. Disiplin Tüzüğünde yapılan değişiklik nedeniyle mücadele veren örgütlerin tepkisi üzerine, bu rapor sonrası Başbakan'a dört maddelik görüş içeren bir mektup yazdı biliyorsunuz ve mevzuata dokunulmaması gerektiğini ifade ederek raporda eksik bıraktığını aslında bence tamamlamaya çalıştı. Evet, raporu eksik ve yönlendirici buluyorum. Açıkçası, Barolar Birliği'nin bu konuda görüş bildirmesindeki motivasyon nedir merak etmekteyim. Barolar Birliği üyesi Avukat Cansu Nazlı birliğin hazırladığı bu rapora dair eleştirel açıklamalar yaptı. Özellikle raporun eksik yönlerini vurguladı. Ona kesinlikle katılıyorum. Cansu'nun ifade ettiği gibi rapor, yasaklayıcı açık bir kural yoksa her şey serbesttir algısı yarattı. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde ailelerin kendi inançları doğrultusunda çocuklarını yetiştirme hakkı olduğundan bahsediliyor ama çocukları korumanın devletin temel sorumluluğu olduğundan bahsedilmiyor. Cansu’nun verdiği örnek çok çarpıcıydı: Bunun sınırsız bir hak olmadığını, eğer bir aile kız çocuklarına sünnet yapılmasını destekleyen bir anlayıştaysa, bunun kabul edilebilir olmadığını ifade etti. Böyle bir durumda çocukların devletin koruması altına alması gerektiğini, bunun çocuk istismarı kapsamına girdiğine değindi.

Özellikle Kıbrıs Türk Psikolojik Danışman ve Rehberlik Derneği’nin açıklaması, Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği ile Kıbrıs Türk Hekimler Sendikası’nın açıklaması, Klinik Psikolog, Kognitif ve Davranış Terapistleri Selen Üstüner ve Deniz Erkal’ın açıklamaları, yani uzmanlar bilimsel açıklamalar yaparak çocukların gelişim çağında serbest iradeleri olmadığını, ailenin dini görüşü doğrultusunda çocuğa yaptığı baskı sonucu kamusal alanda kimlik karmaşası, sosyal dışlanma yaşayabileceğinin altını çizmiştir. Çocukların belli bir yaşa kadar özgürlükten ziyade yönlendirme altında olduklarını, gelişimsel kırılganlıkları bulunduğunu belirterek yapılan tüzük değişikliğinin sakıncalı olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.

Çocuklar ve ergenlerin çevrelerinden gelen mesajları doğru veya yanlış olarak ayırt etmek yerine uyum sağlamak için içselleştirdiklerini, yani aslında özgür iradeleriyle değil, öğrenilmiş bir davranış biçimi ortaya koyduklarını açıkladılar. Barolar Birliği bu raporları, pedagojik ve psikolojik bu bilimsel açıklamaları ne yazık ki raporunda yok saymıştır.

Rapor ayrıca “demokratik eylemler çocukları mağdur etmemeli” diyor, çocukların eğitim hakkından bahsediyor. Bununla da sendikamızın iki okulda sürdürdüğü eylemlerine atıfta bulunuyor. Ancak, AKP’nin KKTC temsilcisi siyah Vito araçla bir ortaokulumuzun bahçesine kadar girip, çocuğu aracın içine alıp baskı altında tutmasından, Bekirpaşa Lisesi’ndeki çocukların evlerine ziyaretler yapılıp baskı altına alınmalarından ve bunların çocuk hakları boyutundan hiç bahsetmiyor. 

Dolayısıyla bu rapor bana göre kesinlikle eksik, yönlendirici ve hatta siparişle hazırlanmış görüntüsü yaratıyor. Dayatma tüzüğün sahibi AKP’dir, elçiliktir, elçidir. İrsen Küçük Ortaokulu bahçesine AKP temsilcisinin girmesi, elçilik memurlarının ev ziyaretleri, elçinin Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile görüşmesi, Eğitim Bakanı aracılığıyla tüzük değişikliğinin yapılması ve 8 Nisan’da on binler sokaktayken, eylemdeyken, karşı çıkarken Bakanlar Kurulu'nun değişiklik kararı alması sürecinin yaşanmasına bir anlamda taraf olduğu izlenimi yaratıyor.

“Daha fazla avukatın bu rapora tepki vermiş olması gerektiğini düşünüyorum. Aslında kendi içlerinde bunu dile getirmiş olmaları muhtemeldir. Çünkü bu rapor, kişisel değil birliğe üye olan tüm avukatlar adına hazırlandı”

Barolar Birliği gibi hukukçuları temsil eden örgütler bütün dünyada toplumsal dönüşümde önemli noktada duran, hatta bu dönüşümün bayrağını taşıyan kuruluşlardır. Bizde ise tam tersi bir tabloyla karşılaşıyoruz. Türkiye’de de barolar demokrasiyi savunuyor. Siz daha fazla avukattan destek bekler miydiniz? Ya da avukatlardan beklediğiniz ölçüde bir destek var mı? 

Birçok avukatımız mücadeleye destek vermiştir. Gönüllü olarak aktif destek veren avukatlar da oldu. Örneğin Avukat Cansu Nazlı ve Avukat Ürün Solyalı. Barolar Birliği adına hazırlanan rapora örgütler bir arada toplantı halindeyken tepki verdi. Ben daha fazla avukatın bu rapora tepki vermiş olması gerektiğini düşünüyorum. Aslında kendi içlerinde bunu dile getirmiş olmaları muhtemeldir. Çünkü bu rapor, kişisel değil birliğe üye olan tüm avukatlar adına hazırlandı.

Hazırlanan rapor bence eksik, yönlendirici ve taraflı olduğu izlenimi yaratıyor. Türban konusunda eğitimle hiç ilgisi olmamasına rağmen raporda lehte kazanılan davalardan söz edilirken, türbanın siyasi sembol olduğu yönünde karar veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Leyla Şahin davasına hiç değinilmiyor. Dolayısıyla burada ciddi bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum.

“Kitap öğretmen için sadece bir araçtır. (…) Okullarda sadece öğretim yapılmaz, eğitim yapılır. Dolayısıyla bilimsel laik eğitim ve toplum yapısını savunan ve uygulayıcısı olan öğretmene, özgürlüklerine ve sendikasına saldırıların artması, tehditler, baskılar uygulanması bu nedenledir”

15 Mart 2004’te Fransa’da çıkarılan kanunla, devlet okullarında haç, takke, başörtüsü gibi dini semboller takılması ve giyilmesi yasaklandı. Fransa’da 2023’te Danıştay kararıyla bol, uzun kollu, ayak bileklerine kadar inen Arap kadın elbisesi abaya da bu kapsama alındı. Bazı çevreler bu yasakları İslam karşıtlığı olarak görse de Batı’da laiklik, 18. yüzyıl aydınlanmasının ve Katolik Kilisesi’ne karşı verilen mücadelenin ürünüdür. 19. yüzyılda Avrupa’da eğitim kiliseden devlete geçti; Türkiye’de de Atatürk, Tevhid-i Tedrisat, medreselerin kapatılması ve karma eğitimle aynı çizgiyi izledi. Bugün ABD dahil Batı’da yönetime gelen bazı sağ muhafazakâr iktidarlar eğitime dini daha fazla dahil etmeye çalışıyor. Kadınların evle ilgilenmesini, illa doğurmasını, çok daha fazla çocuk yapmasını teşvik ediyor. Sizce bu, evrensel bir mücadele alanı mıdır? Bu anlamda uluslararası alanda hangi oluşumlardan destek alıyorsunuz ve bu destekleri genişletmeyi planlıyor musunuz?

ETUCE ve KESK’ten destek aldık. ETUCE biliyorsunuz Avrupa İşçi Sendikaları Eğitim Komitesi’dir. Kamu Emekçileri Sendikası KESK ise Türkiye’dedir. Bu konuda her iki örgütten de destek aldık. Ayrıca ETUCE’e üye bazı ülke sendikalarının da desteği oldu. Çünkü muhafazakâr sağ iktidarlar özellikle eğitime dini daha fazla dahil ediyorlar. Kadınlarla ilgili politikaları da hep kadın haklarını ortadan kaldıracak yönde şekilleniyor. Eğitim, bir toplumun niteliğini ve geleceğini belirlemek için en güçlü araçtır. Dolayısıyla mevcut iktidarlar, halkı manipüle etmek, kontrol altında tutmak, daha kolay yönetmek, düşünsel özgürlükleri ve eleştirel düşünceyi ortadan kaldırmak amacıyla özellikle eğitim alanında kendi ideolojileri doğrultusunda kararlar üretmektedir. Bizde de aynı durum söz konusudur.

Özellikle 2023’te ders kitaplarımızın içerikleri değiştirildi. Yerelleştirilmiş, kendi akademisyenlerimiz tarafından yazılmış kitaplarımız, komisyonların bilgisi dışında Türkiye Talim ve Terbiye Kurulu’na götürüldü ve orada içerikleri değiştirildi. Kadını, bilimi, toplumsal cinsiyet eşitliğini dışlayan bir anlayışla tasarlandı. Anıtkabir, Atatürk görselleri azaltıldı, evrim teorisi kitaplardan çıkarıldı. Müfredatlarda birtakım değişiklikler öngörüldü ve öngörülmeye devam ediyor.

Kitap öğretmen için sadece bir araçtır. Öğretmen ise her toplumda aydın kesimi oluşturur. O bilinçle öğrencisine laik düşünceyle, Atatürk ilke ve devrimlerinin işaret ettiği ilerici anlayışla, aydın bir görüşle eğitim vermektedir. Çünkü okullarda sadece öğretim yapılmaz, eğitim yapılır. Dolayısıyla bilimsel laik eğitim ve toplum yapısını savunan ve uygulayıcısı olan öğretmene, özgürlüklerine ve sendikasına saldırıların artması, tehditler, baskılar uygulanması bu nedenledir.

Kamusal eğitimde yapılmaya çalışılan bu dönüşüm İlahiyat Koleji açılmasıyla, Kur’an kurslarıyla, tarikat, cemaat ve vakıf örgütlenmeleriyle, yurtlarıyla, Çanakkale ve genişletilip İstanbul, Rize gibi yerlerde de yapılmakta olan kamplarıyla destekleniyor. Kısacası, AKP ideolojisi doğrultusunda belirlenen toplum mühendisliği çalışmaları dozu artırılmış vaziyette sürdürülmektedir.

“Bu yıl ilk kez Arapça öğretmeni ataması için kadro açılması da gelecek planlarını net olarak göstermektedir”

Müfredatın değiştirilmesi yoluyla istenilen sonucun elde edilemediğini mi düşünüyorsunuz?

Müfredatla, kitap içeriklerinin değiştirilmesiyle istenen dönüşümün tam olarak sağlanamadığını düşünürüm. Çünkü öğretmenin toplumun aydınlık yüzü olduğunu, öğretmenin ve sendikasının buna karşı direneceğini, direndiğini, mücadele edeceğini ve etmekte olduğunu biliyorlar. Bu yüzden öğretmenin yasal haklarına, çalışma koşullarına ve sendikasına saldırılarının dozunu artırıyorlar.
Adına tam gün denen ancak tam günle, eğitimle hiçbir ilgisi olmayan program da dönüşümün bir parçası olarak kendini gösteriyor. Eğitimin niteliği göz ardı edilmiş; altyapı ve donanım sorunları büyük. Hâlâ daha okullar depreme karşı güçlendirilmemiş, öğrenciler inşaatlarda ya da konteynerlerde eğitim görüyor. Kadrolar eksik, sistemden kaynaklanan sorunlar çözülmemiş, sınıflar kalabalık. Türkçe bilmeyen öğrenciler ve özel eğitim öğrencileri için çözümler üretilmiyor. Okullarda akran zorbalığı ve şiddet artarken, bütün bunlar yok sayılıyor ve yalnızca süre gündeme getiriliyor.

Müfredata seçmeli dersler eklenerek, haftalık ders dağılım çizelgelerinde özellikle bu yıl üç kez değişiklik yapılarak seçmeli yabancı dil dersleri azaltılır, müfredat gericileştirilirken sahte tam gün dayatması yapılıyor. Süreç Türkiye’de eğitimde planlanıp hayata geçirildiği şekilde ilerletiliyor. Gerici, eşitlikçi, özgürlükçü eğitimden uzak, karma eğitime karşı bir eğitime dönüştürme önce İmam Hatip Liseleri açılarak başlatıldı. Bizde ise İlahiyat Koleji açıldı, Mağusa’da açılacak ikincisi için ise protokol imzalandı. Sonra program ve müfredatta dönüşüm yapıldı. Tarikat, cemaat, dernek, vakıflar ve Diyanet'le projeler, denetlenmeyen yaz kamplarıyla desteklendi. Örneğin Diyanet'le yapılan ÇEDES projesi kapsamında okullara ‘manevi danışmanlar’ adı altında pedagojik formasyonu olmayan imamlar girmekte ve ‘değerler eğitimi’ dersi vermektedir. Bizde şu anda sahte tam gün bahanesiyle eklenen seçmelilerin, bir süre sonra kadro kısıtlaması ve öğretmenlerin yasa değişikliğiyle ders yükünün artırılması dayatmasıyla değerler eğitimine dönüştürülmeye çalışılacağını görmek zor değildir. Bu yıl ilk kez Arapça öğretmeni ataması için kadro açılması da gelecek planlarını net olarak göstermektedir.

AKP’nin ideolojik eğitim politikalarıyla dönüştürdüğü müfredat kapsamında 4-6 yaşındaki çocukların Kur'an kurslarına götürülmesi ve soyut kavrayışı henüz gelişmemiş küçücük çocukların korkuyla, günah kavramıyla gelişimlerine zarar verilmesi benim için en üzücü olan noktalardan biridir.

“…Yandaş sendika kurdurdu; laik, bilimsel, eşitlikçi ve özgürlükçü sendikayı zayıflattı. Ardından yandaş sendikayı kamuda yetkili hale getirdi. Şimdi ise sıra, dönüştürülen eğitimi verecek kadroların, yani öğretmenlerin oluşturulmasına geldi.

AKP, eğitimdeki dönüşüm planlarını uygularken yandaş sendika kurdurdu; laik, bilimsel, eşitlikçi ve özgürlükçü sendikayı zayıflattı. Ardından yandaş sendikayı kamuda yetkili hale getirdi. Şimdi ise sıra, dönüştürülen eğitimi verecek kadroların, yani öğretmenlerin oluşturulmasına geldi. KPSS’de çok iyi not almasına rağmen mülakatta elenen öğretmenler, güvenceli, kadrolu atama yerine ‘ücretli öğretmen’ adı altında düşük ücretle çalıştırılan öğretmenler yaratıldı. Öğretmenler bölündü, ekonomik açıdan geriletildi, yandaş sendika üyesi olmadan örneğin nakil talebi dahi gerçekleştirilmedi, sıkıntı yaşatıldı, yaşatılmaktadır. Öğretmenlik Meslek Kanunu çıkarılarak istenilen modelde öğretmenler yaratılmaya çalışılmaktadır.

Bizde de benzer süreçler yaşanıyor. 2008 sonrası, 2011 sonrası göreve başlayan öğretmenlerimizin yasal hakları geriletildi. Göç Yasasına tabi 2011 sonrası öğretmenlerimiz daha düşük maaşla çalışmaya mahkûm ediliyor. 2023’te yapılan yasa değişikliğiyle öğretmenlerin ders yükü artırılmak isteniyor. Bakanlık tarafından yasa, tüzük dinlemeden yapılan görevlendirmeler, mücadele eden öğretmene baskılar, tehditler, yasal hak talebinde (yurt dışı izni gibi) dahi sıkıntı yaşatılmaya devam ediliyor. Kısacası, her boyutuyla eğitimdeki dönüşümün tüm aşamalarının burada da gerçekleştirilmesi için çalışmalar süratle sürdürülüyor. 

Muhalefetin tüzük değişikliğindeki tutumunu ve desteğini yeterli buluyor musunuz? 

Oluşan toplumsal muhalefetin sendikamızın, öğretmenlerimizin mücadelesinde yeterli ve destekleyici olduğunu düşünüyorum. Disiplin Tüzüğü değişikliğinin özgürlükle ilgili olmadığı, masum bir adım olmadığı, siyasi bir konu olduğu, doğrudan eğitimimizi, yaşam biçimimizi, irademizi hedefleyen bir hamle olduğunu anlayan, algılayan toplumumuzun her kesiminden insanlarımız sokağa çıktı, tepkisini ortaya koydu. Laik eğitim, laik yaşam biçimimizi tehdit eden AKP kuşatması altında olan toplumumuzda gericiliği, siyasal İslam tahakkümünü derinleştirme çalışmalarının bir adımı olan Disiplin Tüzüğü değişikliğine karşı olduğunu, kırmızı çizgisi olan Atatürk İlke ve Devrimleri doğrultusunda ilerici, çağdaş bir eğitim ve toplum yapısı talebini 15-20 bin kişi meydanlarda haykırdı.

“Mağusa bölgesinde örneğin Fen Lisesi, Anadolu Lisesi gibi okul türleri yokken ikinci ilahiyatın açılması tamamen siyasi hedefi olan bir adımdır”

KKTC Hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında, Ankara kaynaklı bir altyapı projesi olarak "Gazimağusa İlahiyat Koleji Yapım Projesi"nin uygulanması için Ekim 2023’de bir protokol imzalanmıştı. Protokole göre, diğer adıyla Suna Atun İlahiyat Koleji’nde Hala Sultan İlahiyat Koleji'nde uygulanan müfredat takip edilecek ancak gerekirse gerekli mevzuat değişikliği yapılabilecek. Nasıl bir mevzuat değişikliği söz konusu olabilir?

Hala Sultan İlahiyat Koleji'nde şeriat müfredatı uygulanmaktadır. Mağusa’da yapılacak olanda da bu müfredatın uygulanması Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu ve T.C Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in Ekim 2023’te imzaladığı protokolde, ayrıca KİSAV Vakfı’nın kararlarına göre ‘koşuldur’. Hatta KİSAV’ın (Kıbrıs İlim Ahlak Ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı) aldığı karara göre, Eğitim Bakanlığı bu müfredatın dışına çıkarsa arazi ve üstündeki tüm bina ve tesislerin KİSAV’ın kullanımına verileceği koşulu da vardır. Bundan da Eğitim Bakanlığı’nda eğitim politikalarını kimler belirliyor, eğitimle ilgili kararları kim alıyor gayet net görülüyor, bakanlığın tarikatlara, AKP talimatlarına teslim, elçilik memurlarının görev yaptığı bir hal almış olması da ispatlanmış oluyor.

Mevzuat meselesine gelince, 26 Ağustos’ta T.C ile yapılan bu protokol Meclis alt komitesine yasalaştırılmak için getirilmiş, oy çokluğuyla onaylanarak Meclis'e gönderilmiştir. Uluslararası sözleşmeler onay yasası ile yürürlüğe girer, bu nedenle komiteye sonra Meclis’e gidecek tasarı. Meclis ya onaylayacak veya reddedecek, sözleşmeyi değişme yetkisi yok. Onaylanırsa Cumhurbaşkanı'nın imzasıyla yürürlüğe girecek. Cumhurbaşkanı Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünürse imzalamayıp Anayasa Mahkemesi’ne de gönderebilir. Hatırlarsanız geçmişte Koordinasyon Ofisi anlaşmasında da bu süreç yaşanmıştı. Şeriat müfredatı uygulanan ilahiyat kolejinin müfredatı Anayasa’ya, yasalarımıza uygun hale getirilmeli, bilimsel, eşitlikçi, aklı özgürleştiren, laik, ilerici, eğitim verilen bir okul haline getirilmeli, ikincisi açılmamalıdır. Mağusa bölgesinde örneğin Fen Lisesi, Anadolu Lisesi gibi okul türleri yokken ikinci ilahiyatın açılması tamamen siyasi hedefi olan bir adımdır.

Ahmet Erdengiz ve Kani Kanol’la yaptığımız bir röportajda, Dr. Fazıl Küçük’ün Nakşibendi Şeyh Nazım’a karşı ciddi tavır koyuşu, İngiliz koloni idaresinin Vakıflar’ı yönetebilmek için Nakşibendiliğe sempati gösterir gibi politikalar izlemesi, Dr. Küçük’ün Şeyh Nazım’ın adaya girişini yasaklaması ve 1980’lerde Nurcu Yeni Asyacıların Kıbrıslı Türkler arasında yayılma çabası ele alındı. Her iki değerli araştırmacı da Kıbrıs Türk toplumunun köklü bir Atatürkçülüğü benimsediğini vurguladı. Kıbrıs Türk toplumundaki Kemalist miras, tarihi yeterince bilmeyenlerce göz ardı ediliyor diyebilir miyiz?

Bunun bilinçli olarak göz ardı edildiğini düşünüyorum. Uzun yıllardır T.C tarafından Kıbrıslı Türklerin kültürünü, dilini, dinini, yaşam biçimini değiştirmek, dönüştürmek için sistematik entegrasyon ve asimilasyon politikaları uygulanmakta. Taşınan nüfusla demografik yapı bozulmakta, Kıbrıslı Türklerin iradesi elinden alınmakta, alt yönetim, hatta sömürgeleştirme çalışmalarına hız kazandırılmaktadır.

Geçit Yok eylemleri devam edecek mi?

Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş, laik yaşam biçimini ve bilimsel laik eğitimi benimseyen toplumumuzu, uluslararası hukukun dışında bırakılarak yaratılan statükoya ve bundan nemalananlara karşı; sahtekârlıklara, hırsızlıklara, hesap vermez, sorumluluk almaz, yasa tanımaz, rüşvetçi, peşkeşçilere karşı; biat eden, sorgulamayan, boyun eğen, fakirleştirilmek, dönüştürülmek istenen bireylerin oluşturduğu bir toplum yaratmak için yapılan toplum mühendisliğine karşı sendikamız, öğretmenlerimiz mücadeleyi örgütlemeye, bedel ödeyerek direnmeye devam edecektir. Özellikle Disiplin Tüzüğü mücadelesinde öğretmenlerimize, öğretmen sendikalarına, liderlerine troller, havuz medya, hükümet ortağı bir partinin bakanı tarafından algı yaratarak, düşmanlaştırılarak organize edilip toplumu bölmeyi, çatıştırmayı hedefleyerek saldırıldı. Özellikle şahsıma mesnetsiz ithamlarla linç kampanyaları, tehditler, ölüm tehditleri yağdırılması için T.C. havuz medyası, troller, organize, ödenekli sahte hesaplar seferber edildi. Tüm bunlara rağmen dün olduğu gibi bugün de ülkemiz, geleceğimiz, varlığımız, çocuklarımız için, ülkemizde çözüm, barış için, göreceğimiz güzel günler için umutla, kararlılıkla her türlü mücadeleye devam edeceğiz.

:

Yorumunuz

share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın