Basel Üniversitesi’nden sosyologlar Carolin Amlinger ve Oliver Nachtwey, Alman dergisi Der Spiegel’e verdikleri kapsamlı röportajda çağımızın yükselen siyasi tehlikesine dikkat çekiyor: “Demokratik faşizm.”
İkilinin yeni yayımlanan ‘Zerstörungslust’ ('Yıkım Arzusu') adlı kitabı, günümüzün sağ popülist hareketlerini otoriter arzular ile “demokratik meşruiyet” arasındaki çelişkili ilişki üzerinden inceliyor.
Kitaptaki değerlendirmelerin bir kısmı Almanya'da 2.600 katılımcıyla yaptıkları ankete dayanıyor.
Sosyologlar, faşizmin yalnızca geçmişte kalmış bir ideoloji olmadığını, günümüzün duygusal ikliminde yeniden biçimlenen bir düşünce biçimine dönüştüğünü vurguluyor.
“Günümüzün faşistleri seçim kazanmak istiyor”
Röportajın başında Oliver Nachtwey, "Geçen yüzyıldaki iki dünya savaşı arasındaki dönemin tekrarını yaşamıyoruz." diyor ve çağdaş faşizmin klasik biçimden farkını şu sözlerle açıklıyor:
“Tarihsel faşizm, demokrasiyi alt etmeyi ve yok etmeyi amaçlayan bir hareketti. Bugün ise işler farklı. Günümüzün faşistleri demokrasiyi canlandırmak ve sözde gerçek bir demokrasi, halk ile hükümet arasında bir özdeşliğin olduğu bir sistem yaratmak istiyorlar. Seçimleri kazanmak istiyorlar. Aynı zamanda zulüm ve şiddetten de hoşlanıyorlar.”
Carolin Amlinger ise bu eğilimi “demokrasinin kendi içinden doğan bir kriz” olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Demokratik faşizmi, sonu kötü biten, demokrasinin artık var olmayacağı bir süreç olarak görüyoruz. Demokrasiden kaynaklanıyor, ancak parlamenter demokrasinin neleri içerdiğine dair genel anlayışımızla çelişiyor.”
“'Çoğunluğun üstünlüğü' mutlaklaştırılırken, azınlıkların hak alanı giderek daralıyor”
Araştırmacılar, Almanya’da görüştükleri kişilerin büyük bir kısmının kendilerini “gerçek demokratlar” olarak tanımladığını, ancak bu demokrasi anlayışının dışlayıcı bir temele dayandığını belirtiyor.
Bu tespit, günümüz sağ hareketlerinin demokrasi kavramını nasıl tersyüz ettiğini gösteriyor. “Çoğunluğun üstünlüğü” mutlaklaştırılırken, azınlıkların hak alanı giderek daralıyor.
Faşizm artık bilgi eksikliğinden değil, duygulardan besleniyor
Sosyologlara göre çağdaş faşizm, bilgi yoksunluğundan değil, duygusal doyumsuzluk ve toplumsal tıkanmışlık hissinden besleniyor.
Nachtwey, bu durumu şu sözlerle açıklıyor: “Almanya’da insanlar uzun süre sahte bir güvenlik duygusuna kapıldılar. Ancak faşist eğilimler bilgi eksikliğinden kaynaklanmaz; duygularla beslenirler.”
Amlinger, “duygusal patlamanın” gündelik hayattaki aksaklıklarla tetiklendiğini kaydediyor: “Röportajlarda, gerileme hissi genellikle günlük gözlemlerle ilişkilendirildi: Trenlerin dakik olmaması, harap köprüler, çukurlu yollar. Röportaj yaptığımız kişiler kaynakların azaldığını, kendi refahlarının yavaş yavaş çatladığını hissediyordu.”
“Komşumun artık iyi bir işi var, bu yüzden bir iş daha eksildi” diye düşünüyorlar
Röportajın en dikkat çekici bölümlerinden biri, Nachtwey’in Alman toplumundaki rekabet psikolojisini özetlediği şu gözlemi: “Savaş sonrası [II. Dünya Savaşı] modernitede birçok insan şu şekilde düşünüyordu: Komşumun artık iyi bir işi var, bu yüzden yakında daha iyi bir iş bulacağım. Bugün ise algı değişti: Komşumun artık iyi bir işi var, bu yüzden bir iş daha eksildi.”
Bu yaklaşım sosyologların “sıfır toplamlı düşünce” olarak tanımladığı zihniyetin özünü oluşturuyor. Amlinger şöyle diyor: "Sıfır toplamlı düşünce, bir grubun kazancının başka bir grubun doğrudan kaybı olduğunu ileri sürer. Bu anlatı işe yarıyor çünkü ilerleme anlatısı güç kaybediyor, çünkü kaynaklar ve toplumsal zenginlik açıkça sınırlı olarak algılanıyor. Pasta artık büyümüyor, bu yüzden pasta için verilen mücadele daha da sertleşiyor. Diğer grubun payı ne kadar büyükse, kendi payı da o kadar küçük oluyor."
"Farklı yaşamları kendi ortamından acımasızca koparma fantezisi..."
Amlinger, yeni faşist duyguların merkezinde “haz” ve “şiddet” arasındaki bağı anlatıyor: “Başkalarına acı çektirerek kendine acı çektirmemenin haz verici anları, günümüzün faşist fantezisinin duygusal özünü oluşturuyor.”
Sosyolog, röportajlarda sıkça karşılaşılan “yıkım arzusunun” kaynağını da şöyle ifade ediyor: “Röportajlarımızda, farklı yaşamları kendi ortamından acımasızca koparma fantezisiyle sık sık karşılaştık.”
Bu eğilim, bireylerin hayal kırıklıklarını göçmenler, kadınlar, LGBTİ+ bireyler ya da “başarısızlar” olarak gördükleri kesimlere yöneltmesiyle ortaya çıkıyor.
“İnsanlar, kendi sözde normal hayatlarının gerilemesini, başkalarının hayatlarının iyileşmesiyle ilişkilendiriyor"
Amlinger, bu arzunun kişisel ve toplumsal krizlerin birleşiminden doğduğunu vurguluyor: “Yıkım arzusu genellikle biyografik yıkımların birikimiyle ilişkilendirildi: Boşanma, işten çıkarılma, sakatlık veya evin haczedilmesi. Sonuç olarak, insanlar onları sözde veya gerçekten sefalete sürükleyen şeyi yok etmek istiyor.” diyor.
Nachtwey ise bu ruh halinin temelinde kıskançlıkla karışık bir adaletsizlik hissi bulunduğunu belirtiyor: “İnsanlar, kendi sözde normal hayatlarının gerilemesini, başkalarının hayatlarının iyileşmesiyle ilişkilendiriyorlar.”
Amlinger’e göre röportaj yapılanlar kendilerine 'faşist' demiyorlar; bu da tarihsel faşizmden farklı. Ancak faşist unsur, şiddeti sadece zevkle benimsemeleri değil, aynı zamanda başkalarının hayatlarını mahvetmenin kendilerinin daha iyi yaşaması, hatta hayatta kalmaları için gerekli bir koşul olduğuna inanmaları gerçeğinde yatıyor.
“Anti-faşizm eğitimi ters etki yaratabilir”
Spiegel muhabirlerinin “Bu tehlike nasıl engellenir?” sorusuna Nachtwey şu yanıtı veriyor: “Faşizm mantıksızdır; argümanlar önemsizdir. Görüştüğümüz kişiler, onlara gerçekleri ve hakikati sunduğumuz anda büyük bir şüphecilikle tepki verdiler. Kendilerinden faydalanıldığına inanan birini caydırmak zordur.”
Amlinger de geleneksel anti-faşizm eğitiminin etkili olmayabileceğini belirtiyor ve hatta ters etki bile yaratabileceğini düşünüyor.
“Demokrasinin açık bir gelecek ufkuna ihtiyacı var”
Röportaj, umutlu bir tonla sona eriyor. Sosyologlar, demokrasinin yalnızca geçmişin hatırasıyla değil, geleceğe dair bir vizyonla savunulması gerektiğini ifade ediyor.
Nachtwey, bu düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor: “Demokrasinin harekete geçebilmesi, şekillendirebilmesi ve çözüm üretebilmesi için açık bir gelecek ufkuna ihtiyacı var. Sağın mitleri, özellikle liberalizmin mitleri tükendiği için bu kadar yankı buluyor.” Ve son olarak uyarısını şu cümleyle tamamlıyor: “Olumlu vizyonlardan vazgeçmek asla akıllıca değildir. (...) Walter Benjamin’e atfedilen bir söz vardır: 'Her faşizmin arkasında başarısız bir devrim yatar.' Bu ifadede derin bir hakikat gizlidir. Son yıllarda büyük toplumsal hareketlere tanıklık ettik: Occupy, Black Lives Matter, Fridays for Future ve #MeToo. Bunların hepsi, gerçek toplumsal çelişkilerin ifadesiydi; ancak hepsi az ya da çok çöktü. Bu yenilgiler, faşizmi körükledi."
Röportajın tamamını Spiegel’den okuyabilirsiniz.
Yorumunuz