Kadının öngörülemezliği ve cesareti erkekleri hep korkuta-geldi. Aylık döngüleri, doğurganlıkları ve cinsellikleri ile hem en büyük gizemin hem de korkunun kaynağıdır kadınlar... Birçok işi bir arada yürütme yetenekleri, hiç beklenmeyen anlarda kendilerinden en keskin savaşçıyı çıkarma becerileri ve zekâları ile erkekleri büyüledikleri gibi ürkütür kadınlar…
Önce sana hayranken dün ne yaptıysan, bugün sana kök söktüren olabilir bir kadın. Üstelik kadınların kendileri bile mücadele güçlerinin sınırlarını tahmin edemez. Hayatın içinde zorla karşılaştıkları zaman kendilerini de şaşırtan başka bir kuvvet ve enerji kazanır kadınlar. Erkeklerden en büyük farkları, haksızlığa uğradıklarında doğru zamanı beklemek yerine hemen atağa geçmeleridir. Kadın yaratıcıdır, sanatçıdır; emekle, özenle yarattığını acımadan yıkıverir. Kadını ezmeye kalkan erkek eninde sonunda kadına yenilir. Kadın yıkar, unutur. Erkek yıkamaz, unutamaz.
Kadındaki yapma ve yıkma potansiyelidir erkekleri korkutan. Korktukça daha fazla yalan söyler erkek, yalanlar birbirini kovaladıkça daha da güçlenir ve bilenir kadın. Susuyorsa başka şekilde üzecektir; baş kaldırıyorsa zaten yıkacaktır. ‘Kadının bilinemezliği ve kontrolsüzlüğü’ olarak sunulan denklem, her yeni şartta yeniden kurulduğu için çözülemez bir denklemdir. Çünkü bir kadın çevresindeki sınırları yıkarak aşmayı hayatın içinde öğrenir. Hiç ummadığınız kadınların yaşamlarının hassas bir evresinde göründüklerinden bambaşka karakterlere büründüklerine şahit olmuşsunuzdur. Yıllarca susmuştur kadın ama bir gün gelmiş, yeter demiş ve hiç kimsenin kestiremeyeceği kadar cevval, ayağa kalkmıştır. Kadınlar yaşam içinde kendi hayatlarını bozup tekrar tekrar kurar, eskideki benliklerini yıkıp yerine yenisini inşa edebilirler.
Öyle olmasa bugün Türkiye’de çevre katliamına direnen Anadolu kadınlarını meydanlarda görmezdik. Kıbrıs Türk kadınları kocalarını ve çocuklarını EOKA faşizmine karşı cesaretlendirmeseler belki de bugün Kıbrıs’ta yaşıyor olmazdık. Tüm dikta rejimleri ve diktatörler kadınların başlattıkları direnişle tarihin çöp sepetine fırlatılmıştır. Dünyanın içinden geçtiği muhafazakâr dönemin göstermelik kahramanlarını, Trump’ı da, Putin’i de, diğerlerini de yıkacak olanlar kadınlardır. Kadını aşağılayan, küçümseyen, ezen, kadını sindirmeye kalkışan iktidarların yeryüzüne daha ne kadar süre hükmedebileceğine karar veren kadınlardır. Meşhur motto, Türkçeye ‘faşizme geçit yok’ olarak geçen, ‘No Pasaran!’ı ilk söyleyen, İspanyol faşizmine karşı direnişi başlatan bir kadın, 6 çocuk doğurmuş ancak mücadele yıllarının yoksulluğunda biri dışında hepsini yitirmiş Dolores İbarruri’dir.
Kadını eve kapatmanın, kadını dövmenin, kadına tecavüz etmenin altında yatan neden hep aynıdır: İtaat etmeyen kadını iktidarı altına almak ve boyun eğmeyen kadını zorla susturmak. Şiddete eğilimli, gelişmemiş erkeklerin iktidar kurma biçimleri de son derece basittir: Korkuyorsan ve başa çıkamıyorsan, yok et!
Evlilik kurumunun çöktüğü, aşka ve çocuk yapmaya yeni bir bakış açısının getirildiği bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bugün demokrasinin en çok geliştiği, kadın haklarının en geniş olduğu ülkelerin başında gelen İsveç’te boşanma oranları Avrupa ortalamasının üzerindedir fakat aynı İsveç’te evlilik dışı çocuk sayısı da çok yüksektir. Niçin? Kadınlar ekonomik özgürlüklerini kazandıkça ve erkekler evlilik dışı çocukların sorumluluğunu yasal olarak üzerlerine almak zorunda bırakıldıkça çok daha fazla kadın evlenmekten cayıyor da ondan. Araştırmalara göre evlenmeden birlikte olmak ilişkinin ömrünü uzatıyor.
Bizdeyse genç yaşta evliliğe adım atan çiftler ya zamanla mutsuzluklarını başkalarında törpülüyor veyahut erken yaşta boşanmaların sayısı artıyor. Hâlbuki çoktan iflas eden evlilik kurumuna övgüler düzeceğimize evliliğin doğurmak isteyen kadınlar için patikli, cicili bicili çocuk yemi ile kandırmayı bekleyen, ideolojik bir kapana dönüşebileceğini tartışabilmeliydik. Evlenmeden çocuk yapmanın da olanaklı olabileceğini, yasaların evlilik birliği olmaksızın birlikte yaşam sırasında da çiftlere bazı haklar sağlaması ve sorumluluklar vermesi gerektiğini masaya yatırabilmeliydik. Hiç değilse 8 Mart’larda...
Yorumunuz