Dünya

İznik’te keşfedilen erken Hristiyanlık dönemine ait fresk tarihi önem taşıyor

Türkiye’de Hz. İsa’yı 'İyi Çoban' olarak tasvir eden erken Hristiyanlık dönemine ait bir fresk keşfedilmişti.

Papa XIV. Leo’un ziyaretinden bir ay sonra, Türkiye’de yetkililer Anadolu’daki İznik’te, son derece iyi korunmuş bir mezar odasında Hz. İsa’yı betimleyen bir tasvirin gün yüzüne çıkarıldığını açıklamıştı. Le Monde gazetesi ‘İyi çoban’ freski üzerinde çalışan arkeologlarla görüştü.

Kasım ayı sonunda ilk apostolik seyahati için Papa XIV. Léon’un gitmeyi tercih ettiği İznik’te (Türkiye) toz henüz yere çökmüşken, yeni bir keşif gündeme geldi. Bir gazeteci topluluğunun eşliğinde Roma Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri, 2014 yılında ortaya çıkarılan bir bazilikanın kalıntıları önünde, geçmişte İznik Konsili’ne ev sahipliği yapmış olan, eski adıyla 'Nikea' olan bu sakin küçük kenti ziyaret etmişti. Bin yedi yüz yıl önce, Roma İmparatoru Konstantin, henüz üç yüzyıldan kısa bir süre önce doğmuş olan bu dinin inanç esaslarını belirlemek üzere Hristiyan patrikleri burada bir konsilde toplamıştı: İnanç Bildirgesi, yani 'Credo.'

Yıl 325’ti; çalkantılı bir dönem ve hareketli bir coğrafya söz konusuydu. Roma İmparatorluğu kriz içindeydi ve iki günlük yürüyüş mesafesindeki Bizans henüz başkent değildi, ancak Asya ile Avrupa arasında olağanüstü bir insani ve uygarlıklar arası kavşak konumundaydı. Katolik Kilisesi’nin liderinin İznik Gölü kıyısında gerçekleştirdiği ekümenik duadan yalnızca bir ay sonra, yetkililer, arabayla beş dakika mesafede, en az onun kadar nadir, benzersiz ve beklenmedik başka bir arkeolojik bulguyu açıkladı: Yer altında bulunan ve son derece iyi korunmuş bir mezar odasında, Roma üslubunda yapılmış, İsa’yı İyi Çoban olarak tasvir eden bir fresk.

İznik Konsili’nden (M.S 325) birkaç on yıl öncesine tarihleniyor

“İlkel” olarak adlandırılan bu Hristiyanlık sahnesinin, ilk incelemelere göre, İznik Konsili’nden birkaç on yıl öncesine tarihlendiği düşünülüyor. Bu tasvirin, bugüne kadar Anadolu’da tespit edilmiş bu türdeki tek örnek olduğu belirtiliyor. Araştırmacılar tarafından arkeoloji açısından son derece önemli görülen bu keşif, yalnızca Kudüs’ten sonra Hristiyanlığın ikinci beşiği olarak kabul edilen bu bölgenin erken Hristiyan ikonografisini yeni bir ışık altında değerlendirmeyi sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda Roma pagan dünyasından Hristiyanlığa geçiş sürecini de duvarlara adeta donduruyor.

Bu tür bir Hristolojik ikonografik bütünlük şimdiye kadar yalnızca İtalya’da görülmüştü. Türkiye’nin güneyinde, eski Antakya kenti yakınlarında bu döneme ait Hz. İsa heykelleri bulunmuş olsa da, bu düzeyde bir duvar resmi bugüne dek ortaya çıkarılmamıştı.

Resimlerin parlaklığı

İznik’in biraz yukarısında yer alan mezar, bölgede “Hisardere nekropolü” olarak adlandırılan ve bölgenin en büyük antik mezarlık alanlarından biri olan yerleşimin bir parçası. II. yüzyıldan V. yüzyıla kadar mezarlık olarak kullanıldığı tahmin edilen bu alan, antik Yunan kenti Nikea’nın hem varlıklı ailelerine hem de daha mütevazı toplumsal kesimlere hizmet etmişti.

Bugün yüzlerce yıllık incir ve zeytin ağaçlarıyla çevrili olan arazi, asfalt bir yol ve tarım arazileriyle sınırlandırılmış durumda. Sacdan yapılmış sundurmaların altında, onlarca metre boyunca uzanan, farklı türlerde yaklaşık kırk açık mezar görülüyor.

1990’ların başından bu yana çevrede bilinen, onlarca yıl boyunca yağmalamaya maruz kalan alan, 2018’den itibaren ilk arkeolog ekipleri tarafından bilimsel olarak incelenmeye başlandı. O tarihten bu yana kazılar, Türkiye Kültür Bakanlığı’nın mali desteğiyle, “Gelecek için Miras” projesi kapsamında, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aygün Ekin Meriç tarafından oluşturulan bilimsel ekip ve İznik Müzesi’nden, arkeolog Tolga Koparal’ın başkanlığında yürütülüyor. Son yıllarda, II. yüzyıla tarihlenen, yontulmuş taştan yapılmış dört büyük lahit topraktan çıkarılarak kent müzesinde sergilenmeye başlandı.

Yetkililer kamuoyuna duyuruyu Papa'nın ziyaretinin ardından yapmayı tercih etti

Hz. İsa’yı İyi Çoban olarak tasvir eden freskin bulunduğu mezar odası, mezarların neredeyse tam ortasında yer alıyor. O gün orada bulunan arkeolog Gülşen Kutbay’ın aktardığına göre, yapı Ağustos 2025’te keşfedildi. Alan henüz tamamen güvenli hale getirilmediği için, yetkililer kamuoyuna duyuruyu Papa’nın ziyaretinin ardından yapmayı tercih etti.

Mezar odası yerin bir metreden biraz daha altında, kuzey-güney doğrultusunda konumlanmış ve yaklaşık iki metre yüksekliğinde. İçeri girebilmek için dar bir açıklıktan süzülmek ve küçük bir merdivenden inmek gerekiyor. Hava hâlâ nemli ve puslu, aydınlatma sert; ancak resimlerin parlaklığı hemen göze çarpıyor. Güney duvarı ciddi hasar görmüş olsa da, doğu, batı, kuzey duvarları ile tavan büyük ölçüde sağlam kalmış. Bölgedeki diğer boyalı mezarlardan farklı olarak, bu yüzeylerde birden fazla insan figürü yer alıyor.

Kuzey duvarı boyunca, “kliné” olarak adlandırılan yükseltilmiş bir platform bulunuyor. Kare pişmiş toprak levhalarla kaplı bu platformda, bir çift ve bir çocuğa ait kalıntılar ve kemikler yer alıyor. Tam üzerindeki duvarda ise İyi Çoban sahnesi bulunuyor: Genç, sakalsız, sade bir tunik giymiş Hz. İsa tasviri. Omuzlarında küçük boynuzlu bir keçi ya da koyun taşıyor; hayvan başını çevirerek ona bakıyor gibi görünüyor. Yanında, boynuzlu iki başka hayvan daha yer alıyor ve kompozisyon neredeyse simetrik bir düzen oluşturuyor.

Hurma ağacının sembolizmi

Bu fresk, ilk Hristiyanların İsa’yı betimlerken Yeni Ahit’te geçen imgeleri kullandığını doğruluyor. Bunlardan biri de Yuhanna 10:11’de geçen İyi Çoban motifi: “Ben iyi çobanım.” Freskte yer alan hurma ağacı da ayrıca dikkat çekici. Bu ağaç, bolluğu nedeniyle ebedi yaşamı, dirilişi ve Hz. İsa’nın zaferini simgeliyor ve erken Hristiyan mozaiklerinde sıkça karşımıza çıkıyor.

Batı duvarında, büyük olasılıkla mezarın sahipleri olan bir çift tasvir edilmiş. Erkek ve kadın, giysileri ve süslemeleriyle aristokrat olarak betimlenmiş. Doğu duvarında ise mezara eşlik eden bir şölen, yani sempozyum sahnesi yer alıyor. Genç erkekler yiyecek tepsileri taşıyor. Hristiyan bağlamına rağmen, bu sahne, pagan geleneklerdeki öte dünyayı sonsuz bir şölen olarak tasvir etme anlayışını sürdürüyor.

Hristiyanlığın simgesi haç haline gelmeden önce, inananların başlıca simgesi “İyi Çoban”dı

Bu üç sahnenin hiçbirinde haç yok. Bunun nedeni açık: Haç, Hristiyanlığın simgesi haline gelmeden önce, ilk inananlar inançlarını ifade etmek için İyi Çoban motifine başvuruyordu. İsa’yı omuzlarında bir hayvanla tasvir etmek, koruma, kurtuluş ve ilahi rehberlik temalarını taşıyor; bu da açık dinsel imgelerin henüz yaygın olmadığı bir dönemde, Hristiyanların inançlarını dolaylı biçimde ifade etmelerine olanak tanıyordu. 

Çarmıhtan sonra bazı havariler (Pavlus, Yuhanna, Filipus ve muhtemelen Andreas) Anadolu’da uzun süre kalarak kiliseler inşa etmiş ve yerel halk arasında vaaz vermiş olsa da, Hristiyanlık IV. yüzyıla kadar çoğunlukla gizli kalmış, bu da daha örtük ve sembolik bir anlatım dili doğurmuştu.

Araştırma ekibi, çiftin kemik kalıntıları üzerinde altın iplikçikler buldu. Cenaze uygulamalarına eşlik eden işlemeli tekstiller, metal iğneler ve lif izleri, burada defin geleneklerinde bir değişime işaret ediyor. O dönemde bedenlerin kefenlere sarılması yaygın bir uygulama değildi. İyi Çoban hypogeumu (yeraltı mezarı), bu yönüyle de zamanının ilerisinde görünüyor.

Ancak bulgular bununla sınırlı değil. Yüzeyde yapılan kazılarda, mezar alanlarının bir kısmını örten küçük seramik parçalarından oluşan geniş mozaik bölümleri ortaya çıkarıldı. Ayrıca mezarlar arasında bir atrium, bir narteks ve bir nef temelleri tespit edildi. Araştırmacılara göre, tüm alan, 30 metre genişliğinde ve 70 metre uzunluğunda, hatta Nikea’daki bazilikadan daha büyük, devasa bir bazilika ile kaplanmıştı.

V. yüzyılda, doğrudan nekropollerin üzerine inşa edilen bu kilise, muhtemelen alanın mezarlık işlevi sona erdikten sonra, kutsallığını korumak ve sürdürmek amacıyla yapılmıştı. Bu durum, geç Antik Çağ boyunca buranın ibadetlerin yapıldığı bir merkez olarak önemini koruduğunu gösteriyor. Antropologlar ve arkeologlardan oluşan ekibe göre bazilika en az VII. yüzyıla kadar kullanıldı. Yapıdan geriye yalnızca birkaç taş kaldı. Bunlardan birinde, yapının inşasına öncülük eden bağışçılardan birinin bir kadın olduğu belirtiliyor.

Gülşen Kutbay, “Bazilikanın ayrıntılı incelenmesi, tüm nekropoller laboratuvarlarda titizlikle incelenip tarihlendirildikten sonra, yani her şey yolunda giderse üç-dört yıl içinde yapılacak” diyor. İnceleme ve mümkün olabilirse restorasyon çalışmaları büyük bir maliyet gerektirecek. Çalışmaların büyüklüğü ve alanın arkeolojik zenginliği göz önüne alındığında, ekip dünyanın her yerinden gelecek destekçilere açık olduklarını ifade ediyor.

“Eşsiz sanat eserleri”

Yüzeyde, pişmiş toprak kapaklı benzer türde yaklaşık on mezar bulunuyor. Gülşen Kutbay, “Araştırmaların bu aşamasında, bunların hiçbirinde bu tür kompozisyonlar tespit edilmedi” diyor. Yolun yakınında, doğu-batı doğrultusunda sıralanmış, daha küçük ve alçak mezar odaları yer alıyor. Daha mütevazı ailelere ait olan bu mezarlar, basit kiremitlerle örtülmüş. Buna karşın iç duvarlarında ağaçlar, meyveler ve hayvanlar gibi doğa unsurlarını betimleyen resimler bulunuyor.

Nekropolün diğer ucunda ise bambaşka türde mezarlar yer alıyor: ağır taş lahitler, dikey levhalardan oluşan sanduka mezarlar ve toprağa derinlemesine oyulmuş geniş gömütler. Farklı bir yüzyıl, farklı bir dönem: Burada mermer üzerine oyulmuş iki haç açıkça görülüyor. Müze müdürü Tolga Koparal, “Alan, olağanüstü derecede çeşitli bir mezar peyzajı sunuyor. Bu mezarların her biri eşsiz birer sanat eseridir.” diyor.

Kaynak: Le Monde, Fotoğraflar: İznik Hisardere Nekropolü uzman ekibi

:
share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın