X, Y, Z kuşakları… En gençleri Z kuşağı; 2000 ve sonrasında doğanlar kısacası. Y kuşağı ya da ‘milenyum kuşağı’ ise 1980-2000 arası dünyaya gelenlerden oluşuyor. X’lerse 1965-1979 arasında hayata gözlerini açanlar… 3 kuşak arasında, özellikle X ile Y-Z arasında derin farklılıklar var. X’ler son derece rekabetçi, iş odaklı, maddiyata önem veren ancak kanaatkâr da olabilen bir nesil. Y ve Z ise teknoloji ile iç içe doğmuş, girişimci fakat tatminsiz. Ayrıştıkları noktalar da var: Y kuşağı ekip ruhuna çok önem verirken Z’ler yalnızlıktan sıkılmıyor; hatta tek başınalığı tercih ediyor… Ama her iki kuşak da otorite söz konusu olunca X’lerden farklı; otorite karşısında saldırganlar. X’lerse otoriteye itaat ediyor.
Son birkaç senedir yapılan tüm küresel araştırmalar Y ve Z kuşaklarının öğrenim görürken çalışarak para kazandıklarını ortaya koyuyor. Dünyada birçok üniversite öğrencisi harçlarını ödeyebilmek için eğitim alırken, ders saatleri dışında çalışıyor. ABD’de son 25 yılda üniversitede okurken çalışan öğrencisi sayısı % 70 oranında artmış durumda. Küresel ekonomik krizler çalışan öğrenci sayısının yükselmesinde en büyük etken...
Üniversite adası olmakla övünelim elbette ama Ada’daki gençlere iş sağlayan sektörler medya, yiyecek sektörü ve turizmle sınırlı. Bu alanlarda da çoğunlukla 2. ve 3. ülkelerden gelen üniversite öğrencileri çalışıyor. Ülkemiz vatandaşlarının lise puanlarına bile bakılmaksızın sınavsız üniversitelere kayıtlarını yaptırabilmeleri, üniversitelerin çoğu kez en kolay mezun olunacak bölümlerine girişi özendiriyor. Ebeveynlerin çocuklarını ‘ezdirmeme’ endişesi, çoğu gencin üniversitede okurken çalışmasını cesaretlendirmeyen, rahat bir ortam yaratıyor. 18 yaşından itibaren gençlerin kendi harçlıklarını kazanacakları, yarı zamanlı işlere girmesi teşvik edilmeliyken aileler çocuklarının mezun olduktan sonra işe girmesini destekliyor. Üstelik dünyadaki eğilimin aksine çalışma hayatına daha geç katılmak ya da askerliği ötelemek için master yapmak ülkemizde pek moda... Nasıl olsa anneler ve babalar çocuklarına kıyamaz; gündelik ihtiyaçlarını ve üniversite masraflarını karşılarlar. En nihayet çocuklarını evlendirir, bir işe sokar; sonra da öğlen aralarında koskocaman olmuş bebelerine yemek hazırlamaya devam ederler. Yıllarca çalıştıktan sonra bir de emekliliklerinde torun bakarlar.
Çatışma ve savaş yıllarının getirdiği şartların bir ürünü olsa da, âdeta gelenekselleşen bu modelin artık yürümediğini görüyoruz. Yok; herkes hâlinden memnun olduğunu ileri sürecekse, son zamanlarda büyükleri sağlıklıyken mal paylaşımı talep eden, anne ve babalarına malı mülkü satalım baskısı yapan ve hazır paraya susamış bazı gençlerimize kimse sesini yükseltmesin... Sorumluluk verildi mi? ‘Aynı evi paylaşıyorsak elektrik, su faturalarını sen karşıla’ denildi mi? ‘Git, çalış; arabanı taksitle sen al’ diyen oldu mu? ‘Aman yavrum ezilmesin’… Ya devlet memuru ya da kendi işlerinin patronu olsunlar… Olmuyorsa da bakarız… İyi de elde satacak mal da kalmayacak, toplanacak kiralar yetişmeyecek; kime, nasıl bakılacak?
Yarattığımız bu muhteşem düzen gençlerimizi dünyaya bağlamıyor; dünyadan soyutluyor. Üstelik hazıra alıştırılmış bazı gençleri yoğun bir depresyona sürüklüyor.
Hâlbuki sorumluluk bilinci gelişen her birey kendi ihtiyaçlarını karşılamayı, başarılı olmanın getireceği öz güveni yaşamak ister. Gençlerimize daha fazla sorumluluk verildiğinde her biri kendi görevini en iyi şekilde yapmak için mücadele edecek ve hayatın zorluklarına göğüs germekten mutlu olacaktır. Ne acıdır ki bazı aileler çocuklarını koruyayım derken kendi çocuklarına en büyük zararı veriyor. Hatalarını fark ettiklerinde ise rahata alıştırılmış ve sorumluluk verilmemiş birçok gence, keskin kararlarla hayatlarını ertesi gün kazanmaya başlamaları buyuruluyor. Olmuyor tabii... Ya bunalıma giriyorlar ya da malların paylaşılarak aileleri ile bağlarını koparmayı akıllarına getirebiliyorlar.
Hiçbir şey için geç değil yeter ki yapıcı bir dille iletişim kurulsun ve gençlere sorumluluk verilsin.
Yorumunuz