Dünya

'ABD’nin stratejisi her zaman birleşik bir Avrupa’yı engellemekti'

ABD’li etkin sağ dış politika teorisyeni Sumantra Maitra, Alman yayın organı Der Spiegel’e konuştu.

ABD’nin yeni güvenlik stratejisi Avrupa’da ciddi bir tedirginlik yaratırken, ABD’de sağ çevrelerin etkili dış politika teorisyenlerinden Sumantra Maitra, Alman yayın organı Der Spiegel’e verdiği röportajda, hem belgenin çelişkilerine hem de ABD’nin Avrupa’ya yönelik “tarihsel reflekslerine” dair çarpıcı değerlendirmeler yaptı. 

Maitra’ya göre, yeni güvenlik stratejisi belgesi bir yönüyle Avrupa’dan daha fazla sorumluluk talep ederken, diğer yönüyle Avrupa Birliği’nin güçlenmesini istemeyen tarihsel bir Amerikan refleksini yeniden üretmiş durumda.

Maitra, belgenin “çelişkilerden yoksun olmadığını” belirterek, bir tarafta “savunma yükünün Avrupa’ya kaydırılması” hedefi bulunduğunu, diğer tarafta ise ABD’nin “Avrupa’nın Avrupa Birliği çatısı altında hegemonik bir kimlik geliştirmesini istemediğini” söyledi. Bu iki hedef arasında “belirgin bir gerilim” olduğunu vurguladı.

"Amerikan stratejisi, hangi yönetim iş başında olursa olsun her zaman birleşik bir Avrupa’yı engellemekti"

Röportajın en dikkat çekici cümlesi, Maitra’nın Washington’un Avrupa’ya bakışını yönetimlerden bağımsız, tarihsel bir çizgi olarak tanımlaması oldu. Maitra, “Amerikan stratejisi, hangi yönetim iş başında olursa olsun her zaman birleşik bir Avrupa’yı engellemekti” dedi. Ona göre, “tek bir bayrak, tek bir hükümet ve tek bir orduya sahip” güçlü bir Avrupa Birliği fikri, ABD’nin geleneksel olarak karşı çıktığı bir yapı. Bu yaklaşımın temelinde ise “böl ve yönet” ilkesinin yer aldığını savunan Maitra, “Bu mercekten bakıldığında Trump’ın politikası oldukça mantıklı görünüyor.” ifadesini kullandı.

Sumantra Maitra, Fotoğraf: Congressional Greenland Caucus

Biden dönemi ve “sakin olun” mesajı

Spiegel’in, Demokrat Başkan Joe Biden yönetiminin AB’yi Avrupa’daki krizleri barışçıl biçimde çözmenin bir aracı olarak gördüğü hatırlatmasına Maitra, “Bu doğru” yanıtını verdi. Ancak hemen ardından Biden döneminde Polonya ve Macaristan’da iktidar partilerine karşı duran sivil toplum kuruluşlarına/sivil toplum çevrelerine “ciddi miktarda para aktarıldığını” ileri sürdü. Bu nedenle Avrupalı hükümetlere mesajının net olduğunu söyledi: “Sakin olun! Washington’un birleşik bir Avrupa istememesi yeni bir şey değil.”

Alman aşırı sağındaki AfD için “Neden kazanamayacak bir parti desteklensin?” dedi

Maitra, ABD'nin strateji belgesinde, Avrupa’da “patriot/yurtsever” ya da sağ popülist olarak tanımlanan partilerin yükselişine dair “büyük iyimserlik” vurgusunun bir “rejim değişikliği” çağrısı gibi okunmasına itiraz etti; bu okumanın “fazla basit” olduğunu savunarak “mesele daha karmaşık” dedi. Almanya’daki aşırı sağ parti AfD tartışmasına ise pragmatik bir çerçeveden yaklaştı.

“Hükümet adına konuşmuyorum” notunu düşen Maitra, AfD için “oy oranı/oy desteği bir plato noktasına ulaştı” değerlendirmesini yaptı ve şu ifadeyi kullandı: “Neden hiçbir zaman kazanamayacak bir partiyi destekleyelim?” ABD’nin temel hedefinin “savunma yükünü Avrupa’ya kaydırmak” olduğunu vurgulayan Maitra’ya göre, bu yükün ana taşıyıcısı Almanya olacak. “Almanya’da kim iktidarda? CDU” diyen Maitra, “CDU’yu karşımıza almakla niye düşman edinelim? Bu çok akılsızca olur.” ifadelerini kullandı.

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in Münih Güvenlik Konferansı sırasında AfD lideri Alice Weidel ile görüşmesine de değinen Maitra, bu yaklaşımı “ölü doğmuş” bir strateji olarak nitelendirdi ve “Uzun vadede başarılı olamaz; çünkü normalde bize dost olabilecek insanları/aktörleri bize düşman eder, karşı cepheye iter.” dedi.

ABD, Avrupa'nın büyük göç dalgaları karşısında “Batılı kimliği'ni koruyamayacağından endişeleniyor

Yeni Amerikan güvenlik stratejisinde Avrupa’daki göç meselesinin “kıyamet diliyle” ele alınması ve kıtanın “yok oluş” riskiyle karşı karşıya olduğu yönündeki ifadeler de Maitra’ya soruldu. Bu dilin sağ popülist partilere destek amacı taşıdığı iddiasını reddeden Maitra, “Avrupa kültürünün kaybolabileceğine dair gerçek bir endişe var.” dedi. Bunun “ırkçılıkla karıştırılmaması gerektiğini” vurgulayan Maitra, meselenin “kültürel” olduğunu savundu.

“Trump yönetimi, Avrupa’nın din, kapitalizm, Protestanlık ve toplumsal güven anlamında, kültürel kimliğini korumasını istiyor

Stratejinin göçü her koşulda kötü olarak sunmadığını belirten Maitra’ya göre kaygı, özellikle Britanya, Fransa ve Almanya gibi ülkelere yönelen büyük göç dalgalarının “yüz binlerce kişiyi asimile edebilme kapasitesini” zorlanacağı düşüncesinden kaynaklanıyor. Ayrıca Avrupa'ya göç eden grupların çıkarlarının ileride “ABD’ye karşı” yönelmesinden endişe duyulduğunu dile getirdi.

Maitra, “Avrupa batılı kimliğini korumalı” ifadesinin “Avrupa beyaz kalmalı” anlamına geldiği yorumuna da itiraz etti ve “batılı kimlik” tartışmasını din ve kültür başlığına bağladı. Örnek vererek farklı kökenlerden isimlerin “batılı/protestan” kimliğe inandığını söyledi; ardından şu ifadeleri kullandı: “Protestan, batılı değerlere inanan çok sayıda göçmen var. Reform UK partisinin önemli isimlerinden Zia Yusuf, Sri Lanka kökenli Müslüman bir Britanyalı. Eski Başbakan Rishi Sunak’ı düşünün. Bu insanlar beyaz olmadıkları için Avrupalı sayılmıyor mu? Trump yönetimi, Avrupa’nın  din, kapitalizm, Protestanlık ve toplumsal güven anlamında, kültürel kimliğini korumasını istiyor.”

Maitra, stratejideki sert üslubun önemli bir kısmının dış dünyaya değil, Amerikan iç kamuoyuna yönelik olduğunu savunarak, “Bu metin büyük ölçüde Amerikalıların Amerikalılara konuştuğu bir belge” dedi ve Avrupalıların metni bu bağlamı dikkate alarak okuması gerektiğini vurguladı.

“ABD’nin çıkarı AB’yi zayıflatmaktır”

Maitra, “ulus-devletlerin değil, imparatorlukların tarihsel olarak doğal yapı olduğuna” inandığını söyleyerek, ulusal çıkarlar açısından bakıldığında “ABD’nin çıkarının AB’yi zayıflatmak” olduğunu savundu.

Spiegel'in “AB buna nasıl karşı koyabilir?” sorusuna ise, bunun AB’nin “imparatorluk olmak isteyip istemediğine” bağlı olduğunu belirterek yanıt verdi; eğer AB böyle bir yol seçerse “yabancı müdahaleleri engellemesi”, hatta “Amerikan sosyal medya platformlarını yasaklaması” gerektiğini söyledi. Maitra’ya göre bunun doğal sonucu, ABD’nin “kendi başınıza kalın” diyerek Avrupa’nın savunmasını Avrupa’ya bırakması olur; bu da önce ortak bir Avrupa ordusunu, ardından “iç direnişleri bastıracak” bir güç yapısını zorunlu kılar ve “imparatorluk olmak demokrasinin sonu anlamına gelir.”

Bir başka soruya, ABD’nin “tek dil ve kültür etrafında birleşmiş” bir ülke olduğu, Avrupa’nın ise benzer bir yapıyı ancak “büyük bir iç çatışmadan geçerek” kurabileceği yanıtını verdi. Spiegel'in “Bu pek cazip görünmüyor” değerlendirmesi üzerine Maitra, “Tarih şunu gösterir: Güç, güçle korunur. Değerlerle değil” diyerek yaklaşımını keskinleştirdi. “Avrupa imparatorluğunu kim yönetmeli?” sorusuna cevaben “Almanya”yı işaret eden Maitra, iki dünya savaşının yarattığı tarihsel yükün hatırlatılmasına karşılık, bugünkü Almanya’nın 1914 ya da 1939 Almanyası olmadığını söyleyip, Polonya Dışişleri Bakanı Sikorski’nin “Bugün Alman gücünden değil, Alman hareketsizliğinden korkuyorum.” sözünü anımsattı.

NATO ve geri çekilme tartışması: “Tam çekilme değil; nükleer ve deniz caydırıcılığı kalır”

NATO bağlamında Maitra, Avrupa ülkelerinin savunma harcamalarını yüzde 5’e çıkarma vaadinin ABD’deki tartışmayı “biraz yatıştırdığını” kabul etti; ancak “asıl meselenin rakamlar olmadığını” söyledi. ABD’nin iki okyanusla korunaklı bir coğrafyada bulunduğunu, Avrupa’nın ise fiilen savaşın ortasında olduğunu hatırlattı.

ABD’nin Avrupa’dan tamamen çekilip çekilmeyeceği sorusuna Maitra, “Tamamen değil” yanıtını verdi. “Nükleer ve deniz caydırıcılığı kalır; bunu kimse ikame edemez” diyen Maitra, NATO’nun hâlâ geçerli olduğunu ve Avrupa’nın bu konuda “fazla panik yaptığını” savundu. Sözlerini “Panik için neden yok” diyerek tamamladı.

Kaynak: Spiegel

:
share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın