Yazılar

Kadınlar ve erkekler

Her 8 Mart haftası kadınlar gündeme gelir. Hafta, kadınların ezilmediğini ileri süren zihniyetle tartışmanın haftasıdır...

Neymiş... Erkekler pek düz varlıklar; kadınlarsa oldukça komplikeymiş… ‘Erkeğin kafası 1-0 mantığına göre çalışır’ nutuğu ile meseleye girişen erkekler kendilerini pekâlâ avutabilirler ama bunun kocaman bir kendini kandırmaca olduğu ortadadır. Ne erkekler vardır ki sevdiği kadını hayatının sonuna kadar unutamamıştır ve ne kadınlarla karşılaşırsınız ki sildi mi dönüp bakmaz geriye… 1-0 mantığı denile gelen şey, erkeklerin önüne akan bir hayat sunulmasından; kadınların yaşamlarının ortasına ise iki önemli set konulmuş olmasından güç alır: Erkek yaşayacak; kadınsa günün sonunda evlenip, doğuracaktır. Öyle değilse, Avrupa’da, çocuk yapmadığı için kafası tam da 1-0; ya vardır ya yoktur mantığıyla çalışan birçok kadının olması nasıl açıklanabilir? Muhafazakârların kadını eve kapatarak, en önemli işinin doğurmak ve çocuk yetiştirmek olduğunu iddia etmeleri, erkek egemenliğini doyasıya yaşamaları için erkeklere verilen en büyük ödüldür!

Erkekler, egemen düzenin kendilerine öğrettiği kertede iyi oyunculardır ve pek çok maskeyi bir arada kullanabilecek şekilde, egemenliklerini kullanma yetileri gelişmiştir. ‘Kadınların Venüs’ten, ‘erkeklerin Mars’tan geldiğine inanmak için hiçbir tutarlı gerekçemiz yok. Kadınlar da, erkekler de erkek egemen kuralların hüküm sürdüğü aynı yerden, dünyadan peydahlanmıştır.

Birçok davranışımız, etken ya da edilgen, ‘kışkırtılan’ erkek ilkelerine ve ‘bastırılan’ kadın kanunlarına göre biçimlenmiştir. Kadınına bağlı, kendine hâkim erkek küçümsenir; cinselliğini yaşamaya kalkan kadınsa kötülenir. Kadının şeytanlaştırılması, erkek egemenliğinin bilinç dışına fırlamasının, özgürleşen kadınların erkek bünyesinde tehlike sinyalleri çalmasının açık tezahürüdür. Kutsanan ve her zaman, her şeye hazır kabul edilen erkek, fırsatları değerlendirmezse ‘aptal’ yerine konacak; kadınsa taşlanacaktır. Erkek egemen dil ve söylemin kışkırtıcılığı, erkeklerin ‘kontrolsüz’, ‘ilkesiz’, ‘pusu kuran avcılar postunu giymesini savunur ve cesaretlendirir. Kadınlaraysa egemen ağzın ürettiği deyim ve atasözlerinin ağır yükünü taşıyacaklarına, ‘masum’ ve ‘mağrur’ avlara dönüşmeleri; sistemin karşısında eğilerek, çıkarlarını korumaları salık verilir.

Son moda söylemse erkeklerin ve kadınların aldatmaya farklı anlamlar verdiğidir. Duymuşsunuzdur: Erkeklerin eşlerini aldatması ‘küçük ve ömrü uzun olmayan kaçamaklardan’ ibaretmiş; onlar aslında eşlerinden hiçbir zaman vazgeçmezlermiş. Erkeklerin toplumumuzda yaşantıladığı bu rahatlık, nasıl köklü bir ataerkil yapımız olduğunu kanıtlıyor. Ve kadınlar susarak, düzenlerini bozmamak adına duyulmadığı, gizli kapaklı yapıldığı sürece yürümeyen evliliklerini pek güzel gidiyormuşçasına sürdürmeye devam ediyor.

Kıbrıs’ta boşanma oranlarının yükseldiğinden yakınılıyor ya; benim ilgimi çekense eşlerini sürekli aldatan insanların evliliklerini nasıl sürdürebildikleridir… Boşanmaya güzelleme yapacak değilim ama ülkemizde evlilik kurumunun çöktüğünü anlamak için boşanma oranlarından çok, bunca yalan dolanla evliliklerin nasıl devam ettiğine bakmak gerekir.

8 Mart haftalarında kadınlık ve erkeklik namına öğretilen her ne varsa zihinlerimizden temizleme kürleri yapılsa, tüm erkek egemen söylemlerden temizlenme, bir tür cinsiyetsizlik detoksuna girilse dünya cinsiyetçi kuşatmadan arınır mıydı?

Beynimize işlenen, yarattığı korkuları ve izlerini yüreğimizden ve dilimizden atamadığımız, yerin dibine batacası kurgulardan ve rollerden arınmak… Artık kabak tadı veren ve gittikçe gülünçleşen bu av/avcı mizanseninden varlıklarımızı dışarıya atmak, kimliksizliğin özgürlüğüne koşmak belki de yüzyıllar alacak...

Aşkı rakipler arasında yaşanacak bir savaş olarak görmekten ne vakit vazgeçersek, şiddete başvurarak kadınları korkutabileceklerine inanmış erkekleri ne zaman hakkıyla cezalandırabilirsek, erkek egemen sistemin boyunduruğundan bir türlü çıkamayan, erkeğin üzerinde öğretildiği biçimiyle iktidarını kurmakta her yolu mübah sayan kadınları hangi gün eleştirebilirsek; gerçekte birine doğası, kabiliyetleri, saflığı, hüznü ve enerjisi nedeniyle kapılmamız gerektiğini o zaman anlayabileceğiz.

Üstelik bu, kazanılmış görülen savaşların geleceğe taşıyacağı travmatik etkilerle, eninde sonunda birbirini itmekten yeğdir.

Can Sarvan’a cansarvan@mikro-makro.net’den doğrudan ulaşabilirsiniz.
:

Yorumunuz

share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın