Modern kültürde yüceltilen “dâhi” figürü gerçekten bir yetenek sembolü mü, yoksa kolektif bir yanılsamanın ürünü mü? Gazeteci Helen Lewis, ‘The Genius Myth’ (Dâhi Efsanesi) adlı yeni kitabında bu sorunun izini sürerken, Elon Musk gibi teknoloji devlerinin toplumda nasıl mitolojik sembollere dönüştüğünü tartışmaya açıyor.
Amerikalı gazeteci Bari Weiss’in podcast’ine konuk olan Lewis, deha kavramının tarihsel kökenlerini, politik işlevini ve kültürel etkilerini derinlemesine ele aldı.
Deha: Yaratıcılık mı pazarlama mı?
Lewis’e göre Batı’da dâhi olarak tanımlanan kişiler, çoğu zaman yalnızca zekâlarıyla değil, kültürel beklentilere uygun yaşam tarzlarıyla öne çıkıyor. Bugün bir dâhiden yalnızca akıllı olması değil, aynı zamanda alışılmışın dışında, “çılgın” bir yaşam sürmesi bekleniyor. Elon Musk’ın tuhaf davranışları, çocuklarına verdiği alışılmadık isimler ve kamuoyuna yansıyan patavatsızlıkları bile bu mitin bir parçası olarak algılanıyor. Oysa World Wide Web’in (www) mucidi İngiliz mühendis ve bilgisayar bilimi profesörü Tim Berners-Lee gibi sessiz figürler, çok daha büyük katkılar sunmalarına rağmen toplumların ilgisini çekmiyor.
Tim Berners-Lee’nin çocuklarına Alice ve Ben gibi sıradan isimler verdiğini hatırlatan Helen Lewis, onun kendi alanında oldukça tanınan, şövalyelik unvanı ve çeşitli fahri üyeliklerle onurlandırılmış bir isim olduğunu belirtiyor. Ancak Lewis’e göre Berners-Lee, Elon Musk, Steve Jobs ya da Silikon Vadisi’nin yeni teknolojileri ve fikirleri temsil eden diğer figürleri gibi, toplumsal bellekte bir simgeye dönüşememiştir.
Leonardo da Vinci, Galileo, William Shakespeare, Isaac Newton, Pablo Picasso, Albert Einstein ve Steve Jobs... Bu insanlar gerçekten deha mıydı? Yoksa dehaları bir mite mi dayanıyordu?
Deha bir siyasi silah mı?
Lewis’in temel argümanlarından biri, “dâhi” etiketinin aslında çoğu zaman politik bir pozisyonu desteklemek için kullanıldığı yönünde. Musk örneği üzerinden konuşan Lewis, “Ya her şeyi yapmasına izin verirsin ya da Mars’a gidemezsin” fikrinin, neoliberal bireyci ideolojinin bir taşıyıcısı olduğunu vurguluyor.
"Eskiden, deha kavramı Tanrı’nın sizin aracılığınızla hareket ettiği fikrine dayanıyordu. Ancak bu “üstün yeteneklere sahip insanlar” düşüncesi oldukça yenidir. 18'inci yüzyılda -Sanayi Devrimi ve kapitalizmin yükselişi sırasında- ortaya çıkan şey, ilk kez kendinizi pazarlamak zorunda olmanız gerektiği fikriydi.
Eğer 1500 yılında büyük bir sanatçıysanız, büyük bir prens ya da dük bulup ondan size ödeme yapmasını sağlamanız gerekirdi. Ama 1800’lerde kitle pazarının ortaya çıkmasıyla birlikte, sanatçıların artık yalnızca küçük ve seçkin bir zevk sahibi çevre tarafından kutlanmaları değil, bu özel kitlesel çekicilik biçimiyle ünlü olmaları gerekiyordu. Ve işte modern deha fikrini gerçekten anlamaya başladığımız dönem tam da budur." diyor.
Bu noktada, 19. yüzyılda ortaya çıkan “büyük adam teorisi”ne gönderme yapıyor: Toplumu dönüştüren bireyler, sistemin üstünde tutulur. Ancak bu bireylerin başarılarının arkasında çoğu zaman kamu fonları, göz ardı edilen eşler ve görünmeyen kolektif katkılar vardır.
Silikon Vadisi ve IQ’nun mitleştirilmesi
Lewis’e göre, özellikle Silikon Vadisi çevresinde IQ artık kişisel başarıların “doğal hak edilmişliğini” ispatlayan bir statü sembolü haline geldi. Bu yaklaşım, başarıyı doğuştan gelen ayrıcalıklara bağlayarak sosyal eşitsizlikleri görünmez kılabiliyor.
“IQ’nun ardındaki gizli söylem şu: Doğru insanlar doğuştan hak ettikleri için zaten başarılı.” diyor Lewis.
"Bir alanda büyük başarılar elde eden insanlar üstün bir insan türü olduklarını hayal etmeye başlıyorlar"
Lewis, dâhi mitinin yalnızca bireyleri değil, toplumun başarı ve değer anlayışını da çarpıttığını savunuyor. İngiliz rock grubu The Beatles’dan Paul McCartney gibi evcimen ve sakin yaşamlar süren yaratıcı figürlerin, John Lennon gibi “çılgın” meslektaşlarının gölgesinde kalmasının da bu yüzden olduğunu belirtiyor. Kültür, "sıradan" olanı değil, "aykırı" olanı dâhi olarak tanımaya daha yatkın. Kişi bir dâhi gibi görünmüyorsa, konuşmuyorsa veya davranmıyorsa -örneğin sıkıcıysa, mutluysa ve sevdiklerine karşı düşünceliyse- başarıları ne kadar parlak olursa olsun, dâhi olarak kabul edilme olasılığı çok daha düşüktür.
Yazar, dâhilerin var olmadığını savunmuyor, ancak onların "buna inananların çoğunu zehirleyen" özel bir insan türü olduğu fikrinden uzaklaşmamız gerektiğini düşünüyor. Toplumun hoşgörüsünden cesaret alan ve "bir alanda büyük başarılar elde eden insanlar, kendilerini yetenekli, şanslı ve çalışkan bir karışım olarak görmeyi bırakıp, üstün bir insan türü olduklarını hayal etmeye başlıyorlar." diyor.
Deha ve tanrı boşluğu
Helen Lewis, modern çağda tanrının yerine dâhilerin yerleştirildiğini ve bu figürlerin neredeyse kutsal özelliklerle donatıldığını öne sürüyor. Einstein, Hawking ve Musk gibi figürlere yöneltilen “Tanrı’ya inanıyor musunuz?” sorusu bile onların bilim insanı değil, adeta peygamber olarak görülmelerinin bir göstergesi.
Lewis, sekülerleşen toplumlarda olağanüstüyle karşılaşma arzusunun deha mitine kanalize olduğunu söylüyor: “Dindar olun ya da olmayın, hepimiz bazen gündelik hayatın sınırlarını aşmak, olağanüstü olanla temas kurmak istiyoruz.”
Yapay zeka: Yeni tanrılar mı doğuyor?
Röportajın sonunda konu, yapay zekanın tanrılaştırılması meselesine geliyor. Bari Weiss, ChatGPT’nin “tanrı” olduğuna inanan topluluklardan ve bu kişilerin Reddit gibi platformlardan atılmasından söz ediyor. Lewis ise bu tür davranışların, insanlığın mistik, aşkın bir güce bağlanma ihtiyacının yeni bir yansıması olduğunu düşünüyor.
“Yapay zeka bugün teknik olarak bir Google Docs seti gibi; ama insanlar ona başka bir dünyaya açılan kapı gibi anlamlar yüklüyor.” diyor.
Deha miti ve insanlık onuru
Helen Lewis'in kitabı, yalnızca bireysel figürleri değil, toplumun başarıyı, kıymeti ve zekayı nasıl tanımladığını sorguluyor. Dâhileri göklere çıkarırken geri kalan herkesi değersizleştirme tehlikesine karşı bir uyarı niteliği taşıyor.
Lewis'in vardığı sonuç ise bazı insanların diğerlerinden daha fazla değer taşıdığı düşüncesi tarih boyunca karanlık yerlere saplandığı ve deha mitinin, eşitliği değil, ayrımcılığı körükleyebileceği…
Kaynak: The Free Press
Yorumunuz