Özel Haber

‘Kıbrıslı Türkler tarafından idare edilen bölge’ye ciddi eleştiriler yapıldı

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2023 İnsan Hakları Raporu'nda, ‘gazetecilere yönelik şiddet veya şiddet tehdidi’ ve ‘ciddi hükümet yolsuzluğu’, bu eleştirilerden sadece ikisi…

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her sene, 200 ülkedeki insan hakları uygulamalarına ilişkin hazırladığı ‘2023 İnsan Hakları Raporu’ yayımlandı.

Rapor’un 62 sayfalık Kıbrıs bölümünde, ‘Kıbrıslı Türkler tarafından idare edilen bölge’ye her zamankinden fazla yer ayrılması, genel olarak çok daha detaylı ve sert eleştiri yapılması dikkat çekti.

7 bölümden oluşan raporda, her ülkedeki ‘Kişinin Bütünlüğüne Saygı’, ‘Sivil Özgürlüklere Saygı’, ‘Siyasi Sürece Katılım Özgürlüğü’, ‘Hükümet ve Yolsuzluk’, ‘İnsan Hakları İhlalleri İddialarının Uluslararası ve Hükümet Dışı İzleme ve Soruşturulmasına Yönelik Hükümet Duruşu’, ‘Ayrımcılık ve Toplumsal İstismar’ ve ‘İşçi Hakları’ incelendi.

1999 yılından bu yana her yıl hazırlanan Rapor’da ‘Kıbrıslı Türkler tarafından idare edilen bölge’ye bu sefer oldukça geniş yer ayırıldı. 

‘Yönetici Özeti’ bölümünde, ‘Kıbrıslı Türkler tarafından idare edilen bölgede’, önemli insan hakları sorunlarına değinilerek geniş bir liste yayımlandı. 

Buna göre ‘Kıbrıslı Türkler tarafından idare edilen bölge’de önemli insan hakları sorunları arasında şunlar yer alıyor:

‘Sert ve yaşamı tehdit eden hapishane koşulları’; 
‘Gizliliğe keyfi veya yasa dışı müdahale’; 
‘Gazetecilere yönelik şiddet veya şiddet tehdidi de dahil olmak üzere ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğü üzerindeki ciddi kısıtlamalar ve ifadeyi sınırlandırmaya yönelik cezai hakaret kanunlarının uygulanması veya uygulama tehdidi’; 
‘Sivil toplum kuruluşları da dahil olmak üzere, barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne önemli müdahale’; 
‘Bir “devletin” toprakları içinde hareket etme ve ikamet etme özgürlüğüne ve Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilen bölgeyi terk etme hakkına ilişkin kısıtlamalar’; 
‘Mültecilerin veya sığınmacıların ciddi zararlar da dahil olmak üzere işkence veya zulme maruz kalacakları bir ülkeye geri gönderilmesi’; 
‘Ciddi “hükümet” yolsuzluğu’; 
‘Yabancı sığınmacılar da dahil olmak üzere ulusal veya etnik azınlık gruplarının üyelerini hedef alan şiddet veya şiddet tehdidi içeren suçlar’;
‘Zorla çalıştırma da dahil olmak üzere insan ticareti.’

"Eski ve yeni merkezi cezaevlerinde güvenlik kamerası bulunmaması, "polis" memurlarının ve hapishane gardiyanlarının tutuklulara ceza almadan kötü muamele yapmasına olanak tanıyor"

Rapor’un ‘Kişinin Bütünlüğüne Saygı’ başlıklı birinci bölümünde, ‘Kıbrıslı Türk sivil toplum kuruluşlarının (STK'lar), gözaltı merkezlerinde ve eski ve yeni "merkezi cezaevlerinde" güvenlik kamerası bulunmamasının, "polis" memurlarının ve hapishane gardiyanlarının tutuklulara ceza almadan kötü muamele yapmasına olanak tanıdığını bildirdiğine değinildi. 

‘STK'lar ayrıca eski "merkez hapishanedeki" güvenlik kameralarının doğrudan görüntüleri anında "içişleri bakanlığına" iletmediğini, bunun da kaydın yerinde değiştirilebileceği veya durdurulabileceği için potansiyel istismara yol açtığını bildirdi’ denildi.

‘Yetersiz uyku alanı’, ‘kötü hijyen koşulları’, ‘böcek istilası’, ‘kötü havalandırma’, ‘ısıtma ve soğutma sistemlerinin eksikliği’, ‘duş olanaklarına erişim eksikliği’, ‘yetersiz yiyecek’…

‘Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede’, ‘cezaevi ve gözaltı merkezi koşulları’na ilişkin olarak, STK'lar ve medyanın, gözaltı merkezlerinde aşırı kalabalığın bir sorun olduğunu bildirdiği kaydedildi.

Rapora göre, ‘Cezaevlerini ve gözaltı merkezlerini ziyaret eden bir STK, koşulların içler acısı olduğunu bildirdi ve sığınmacılar, yetersiz uyku alanı, kötü hijyen koşulları, böcek istilası, kötü havalandırma, ısıtma ve soğutma sistemlerinin eksikliği, duş olanaklarına erişim eksikliği ve yetersiz yiyecek konularında şikâyette bulundu’. 

Ayrıca, temmuz ayında Kıbrıs Türk Kamu Emekçileri Sendikası (KTAMS), “merkezi cezaevindeki” ciddi gardiyan, teknik ve mekanik personel ve sosyal hizmet sağlayıcı eksikliğine dikkat çekmek amacıyla bir basın toplantısı düzenledi.


STK'lara göre eski ve yeni “merkezi cezaevlerinde” su ve su tesisatına erişimde yetersizlik nedeniyle temizlik önemli bir sorundur. STK'lar hapishane sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğunu, yeterli tıbbi malzeme ve tam zamanlı doktor bulunmadığını iddia etti ve eski "merkezi hapishanede" bulaşıcı hastalık testlerinin gelişigüzel ve tutarsızca yapıldığını bildirdi.

STK'ların, "içişleri bakanlığına" çok sayıda talepte bulunmalarına rağmen "merkezi cezaevinde" denetim yapılmasına izin verilmediğini bildirdiğine dikkat çekildi.

Raporun ‘Sivil Özgürlüklere Saygı’ bölümünde, ‘Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede’, Kıbrıs Türk “hükümetine” ve “yetkililerine”, ayrıca Türk hükümeti ve yetkililerine hakaret etmenin cezai bir suç olduğu kaydedildi. 

İnsan hakları savunucularının, STK'ların ve basının, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti [(“KKTC”)] Cumhurbaşkanı’nı, “KKTC hükümeti”ni, Türk ordusunu, Türkiye’nin Kıbrıslı Türklerin işlerine müdahalesini ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı” eleştirenlere yönelik taciz ve tehditlerde belirgin bir artış olduğunu bildirdiğine değinildi.

İfade özgürlüğü ve gazetecilere şiddet ve taciz: Serhat İncirli ve Ali Kişmir örnekleri

Aynı bölümde, Yenidüzen gazetesinin muhabiri Serhat İncirli’nin, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyareti sırasında saraya girme izni olmasına rağmen “cumhurbaşkanlığı sarayı”ndan çıkarıldığını duyurduğu, gazetenin, bunun basın özgürlüğünün ihlali olduğunu bildirdiği kaydedildi. 

Raporda, “Muhalefet partileri, Gazeteciler Cemiyeti ve Basın Emekçileri Sendikası, İncirli'nin etkinlik öncesinde akreditasyon işlemi yapmadığını iddia eden ve İncirli’yi provokasyonla suçlayan "cumhurbaşkanlığını" kınadı” denildi.

‘Şiddet ve Taciz’ başlıklı alt bölümde, ‘STK'lara, gazetecilere ve insan hakları savunucularına göre, Kıbrıslı Türk “yetkililer” bazı gazetecilere, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı veya Türkiye hükümetini eleştirmemelerini tavsiye etti. Bir STK, Türkiye'den algılanan baskı ve olası tepki nedeniyle bazı gazetecilerin eleştirel görüş belirtmediğini ve sessiz kalmayı tercih ettiğini bildirdi’ denildi.

'Çevrimiçi Medya Dahil Basın ve Diğer Medya Üyeleri için Sansür veya İçerik Kısıtlamaları’alt başlığında ise ‘Şubat ayında Kıbrıslı Türk lider ve “cumhurbaşkanı” Ersin Tatar, 2022 yılında Yenidüzen'de çıkan yazılarında Tatar'a hakaret ettiği iddiasıyla gazeteci Serhat İncirli'ye hakaret ve iftira davası açtı. Tatar, Yenidüzen'den tazminat veya cezai tazminat talep etti. Ayrıca yazıların tüm elektronik platformlardan kaldırılması talebinde bulunarak Yenidüzen'in sosyal medya hesabı ve internet sitesinde benzer yayınlar yapmasının yasaklanmasını istedi. Kıbrıs Türk Basın Emekçileri Sendikası, Tatar'ın eleştirilere hoşgörü göstermeyerek ifade ve basın özgürlüğünü susturmaya çalışmasını eleştirdi ve dayanışma çağrısında bulundu’ ifadelerine yer verildi.

Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede gazetecilerin “silahlı kuvvetlerin” kontrolü altındaki kişilerle röportaj yapamadıkları veya onlar hakkında haber yapamadıkları belirtildi ve ağustos ayında “başsavcılığın” Ali Kişmir hakkında “Türk ordusunu aşağıladığı” iddiasıyla “mahkemede” dava açtığı kaydedildi. 

"Kişmir, 2020 yılında yazdığı bir yazıda "KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın manevi şahsiyetine hakaret ve karalama" suçlamasıyla 10 yıl hapis cezasıyla karşı karşıya kaldı. Duruşma ekim ayında başladı” denildi.

‘Kıbrıslı Türk Lider Ersin Tatar’ın ‘cumhurbaşkanına hakaret davaları’…

‘İftira/Hakaret Yasaları’ alt başlığında Kıbrıslı Türklerin yönettiği bölgede “yasa”nın iftirayı ve dine hakareti suç saydığı; “Yetkililer”in ifade özgürlüğünün bastırılmasını haklı çıkarmak için bu “yasaları” düzenli olarak kullandığı kaydedildi.

Raporda ‘Haziran ayında basında çıkan haberlere göre’, ‘Facebook'ta 2022 yılında Tatar'a atıfta bulunarak “Adanın masgarası TC’nin soytarısı olma yolunda devam. Bu ada senden utanç duyuyor” paylaşımı yaparak, "cumhurbaşkanına hakaret etmekle" suçlanan Kıbrıslı Türk Sabit Parsel'e yönelik hakaret davasını Kıbrıslı Türk lider Tatar geri çekti’ denildi. 

Rapora göre, ‘Ağustos ayında ise Yudum Mişon'un, Tatar'ın orman yangını bölgesini ziyaret etmeden önce gülerken çekilmiş bir fotoğrafını sosyal medyada paylaşarak Tatar'a hakaret ettiği suçlamasıyla "mahkeme"ye çıktığı belirtildi. ‘Bir insan hakları örgütüne göre "polis", Mişon'un cep telefonuna el koydu ve üniversite dil uzmanlarıyla birlikte Mişon'un paylaşımının Tatar'a hakaret içeren bir dil içerdiğini doğruladı. “Yargıç” davayı duruşmaya taşıdı ve yıl sonunda Mişon kefaletle serbest bırakıldı.’

Siber suç yasasının ifade özgürlüğünü bastırmak için kullanılabileceği endişesi…

‘Kıbrıslı Türklerin yönettiği bölgede’, 2020 tarihli siber suç “yasasına” göre, internet üzerinden bireylere, kurumlara veya kuruluşlara zarar vermek amacıyla kasıtlı olarak yapılan sözlü saldırı, büyük para cezaları ve bir yıldan 10 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecek bir suç olarak kabul edildiği ifade edildi ve aktivistlerin “yasanın” ifade özgürlüğünü bastırmak için kullanılabileceği endişesini dile getirdiğine dikkat çekildi.

Sığınmacılar sınır dışı ediliyor

Raporun ‘Mültecilerin Korunması’ alt başlığında, ‘Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede’, “kanun”un sığınma veya mülteci statüsü verilmesini öngörmediği ve “yetkililerin” mültecilere koruma sağlayacak bir sistemi olmadığı kaydedildi. “Bir STK'ya göre yasal giriş noktalarına gelen sığınmacılar gözaltına alınarak Türkiye'ye sınır dışı edildi. STK ayrıca, düzensiz şekilde gelen sığınmacıların Kıbrıslı Türk “yetkilileri” tarafından yasaklı göçmen olarak değerlendirildiğini ve sınır dışı edilmek üzere gözaltı tesislerine yerleştirildiklerini de bildirdi.”

Rapordaki ‘Gülen hareketi’ ifadesi dikkat çekti

‘Geri gönderme’ alt başlığında, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) gözlemcileri, ‘Kıbrıslı Türklerin idaresindeki bölgeler’den sınır dışı işlemlerinin Türkiye üzerinden gerçekleştiğini bildirdiği belirtilirken, Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilen bölgede “yetkililer”in, sığınmacıların veya mültecilerin hayatlarının veya özgürlüklerinin tehdit altında olabileceği ülkelere sınır dışı edilmelerine veya geri gönderilmelerine karşı koruma sağlamadığı kaydedildi. 

Ayrıca ‘STK'lara göre, limanlardaki "yetkililer", Türk hükümeti tarafından Gülen hareketinin üyesi olduğu iddia edilen birkaç kişi de dahil olmak üzere sığınmacıları sıklıkla girişlerine izin vermiyor ve Türkiye'ye iade ediyor. Bazı gözlemciler bu sınır dışı işlemlerini geri gönderme olarak değerlendirdi’ denilmesi ve ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) yerine ‘Gülen hareketi’ ifadesinin kullanımına devam edildiği bir kez daha dikkat çekti.

'Hükümet yolsuzluğu'na karşı yasa var, uygulayan yok!

‘Hükümette Yolsuzluğu’ inceleyen 4’üncü bölümde, Kıbrıs Cumhuriyeti yasalarının yetkililer tarafından yapılan yolsuzluklara cezai yaptırımlar getirdiği ve hükümetin yasayı genel olarak etkili bir şekilde uyguladığı belirtildi. 

Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede de “kanun”, “memurlar” tarafından yapılan yolsuzluklara cezai yaptırımlar öngörüyordu. Ancak "yetkililer"in "yasayı" etkili bir şekilde uygulamadığı ve "memurlar"ın bazen cezalandırılmadıkları için yolsuzluk uygulamalarına giriştiği ifade edildi. 

Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilen bölgede gözlemcilerin genel olarak yolsuzluk, adam kayırma ve şeffaflık eksikliğinin “yasama” ve “yürütme” organlarındaki ciddi sorunlar olduğunu belirttiğine ve mayıs ayında Göç Kimlik ve Hak Çalışmaları Merkezi’nin yolsuzluğun Kıbrıs Türk toplumunun en büyük sorunu olduğunu kaydeden ve adaletsizlik, partizanlık, yolsuzluk ve rüşvet şikâyetlerine dikkat çeken bir anketin sonuçlarını yayınladığına işaret edildi.

‘Ayrımcılık ve Toplumsal İstimarlar’ı ele alan 6’ıncı bölümün ‘Kadınlar’a ayrılan alt başlığında, Kıbrıslı Türkler tarafından idare edilen bölgede aile içi şiddeti özel olarak ele alan hiçbir “yasa” olmadığına dikkat çekildi.

Kadın öğretmenlere, doğumun yaz tatilinde gerçekleşmesi için hamileliklerini zamanlama konusunda talimat verildiği ve özel okullarda çalışan kadın öğretmenlerin hamilelik nedeniyle görevlerinden alındığı bildirildi

Ayrımcılık alt başlığında ise, Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede, kadınların istihdam, kredi, iş sahibi olma veya yönetme, eğitim ve barınma gibi alanlarda ayrımcılığa maruz kaldığı; örneğin, kadın öğretmenlere, doğumun yaz tatilinde gerçekleşmesi için hamileliklerini zamanlama konusunda talimat verildiği ve özel okullarda çalışan kadın öğretmenlerin hamilelik nedeniyle görevlerinden alındığının bildirildiği kaydedildi.

STK'lar lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, queer veya interseks (LGBTQI+) topluluğundaki kadınların Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilen bölgede eğitim, barınma ve istihdam konularında ayrımcılığa maruz kaldığının bildirdiğine de değinildi.

'STK'lara göre, Dini Devlet Okuluna fon ve katkı sağlanıyor'

Aynı bölümün ‘Çocuklar-Eğitim’ alt başlığında ise Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilen bölgede, STK'ların, cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve etnik köken de dahil olmak üzere, ortaöğretim düzeyinde belirli gruplara eğitim sağlanmasında ayrımcılık yapıldığını bildirdiği belirtildi.

STK'lara göre, Türkiye “büyükelçiliği”nin ‘Dini Devlet Okuluna fon ve katkı sağladığı’ ve ‘öğretmen sendikaları ve insan hakları gruplarının, ‘bu kaynağın çocukların üç aylık yaz tatilinde katılabilecekleri camilerdeki Kur'an kursları için olduğunu şikâyet ettiği’ ifade edildi.

UBP’li Yasemin Öztürk’ün Girne'deki Yahudi merkezinin derhal kapatılması ve Haham Chaim Hillel Azimov'un sınır dışı edilmesi çağrısı ‘antisemitik’ olarak değerlendirildi

‘Antisemitizm’ alt başlığında, az sayıda yerli Kıbrıslı Yahudi ve daha fazla sayıda, özellikle İsrail, Birleşik Krallık ve Rusya'dan gelen gurbetçi Yahudilerden oluşan Kıbrıs Cumhuiyeti Yahudi cemaatinde yaklaşık 11.000 kişi olduğu ve İsrail'deki çatışma nedeniyle Yahudi cemaati temsilcileri tahmini 5.000 Yahudinin geçici olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yerleştirildiği kaydedildi.

Güney Kıbrıs’ta Yahudi Toplum Merkezi temsilcileri, Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e saldırısını takip eden haftalarda antisemitik saldırılarda çarpıcı bir artış olduğunu bildirirken, Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilen bölgede Ulusal Birlik Partisi'nin "milletvekili" Yasemin Öztürk’ün 19 Ekim tarihli sosyal medya paylaşımında, Girne'deki Yahudi merkezinin (Kuzey Kıbrıs CHABAD Lubovitch) derhal kapatılması ve Haham Chaim Hillel Azimov'un sınır dışı edilmesi çağrısında bulunduğu’ vurgulandı.

İlgili bölümde, ‘Öztürk, merkezi "İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının arkasında olmakla" suçladı ve İsrail cumhurbaşkanının örgüt üyesi olduğunu iddia etti. Öztürk'ün sosyal medyadaki gönderisi, Kıbrıs Türk çevrimiçi topluluğundan "beğeniler" ve Yahudi karşıtı yorumlar almaya devam etti. Aralık ayında Öztürk, sosyal medya hesabından Yahudi merkezinin önünde bir gösteriye katılmak üzere halka açık bir davet oluşturdu. Öztürk, gösteride, "Ülkemizdeki gaspçı, çocuk katili CHABAD örgüt evi önünde" açıklama yapacağını söyledi. Bazı sağcı gazeteciler de Öztürk'e destek verdi’ denildi.

LGBTQI+ bireylere yönelik çevrimiçi nefret söylemi yaygınlaştı

Rapora göre Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede, bir insan hakları STK'sı, LGBTQI+ bireylere yönelik çevrimiçi nefret söyleminin, özellikle Onur yürüyüşleri sırasında giderek yaygınlaştığını bildirdi. Sivil toplum kuruluşu, "yetkililerin", "siyasetçilerin" ve iş adamlarının "yasa" kapsamında nefret söylemi oluşturan çevrimiçi beyanları nedeniyle "polise" yüzlerce şikâyette bulunmasına rağmen, "polisin" "uzmanlık eksikliği" nedeniyle soruşturma yapmayı reddettiğini bildirdi.”

Mart ayında Kuir Kıbrıs Derneği, Mağusa'da askeri kıyafetli bir adamın başka bir adama lağım suyu dolu bir kovayla saldırdığını bildirdi. Örgütün belirttiğine göre bu olay homofobik bir olaydı.

Raporda, Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilen bölgede “yasa”nın, LGBTQI+ kişilere yönelik barınma, istihdam, vatandaşlık yasalarında ve “devlet” hizmetlerine erişimde cinsel yönelim veya cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığı yasakladığını ancak “Yetkililer”in “yasayı” etkili bir şekilde uygulamadığı kaydedildi.


LGBTQI+ kişilere istihdam, barınma ve eğitim veya sağlık hizmetlerine erişim konularında resmi ve toplumsal ayrımcılık yapıldığına dair haberlere atıfta bulunularak, topluluk üyelerinin, LGBTQI+ kişilerin büyük çoğunluğunun potansiyel ayrımcılığı önlemek için cinsel yönelimlerini veya cinsiyet kimliklerini gizlediklerini belirttiği kaydedildi.

Kuir Kıbrıs Derneği, LGBTQI+ bireylerin sıklıkla cinsel yönelim veya cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığa karşı yasal çözüm yollarına erişemediklerini, çünkü “yetkililerin” bunları uygulamayı reddettiğini bildirdi.

Ayrıca, Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede eşcinsel partnerler için kayıtlı birlikteliğe izin verilmediği, STK'ların okul müfredatında LGBTQI+ kimliklerinin kabulünün kapsanmadığını bildirdiğine değinildi.

Bir STK, cinsiyeti belirsiz yenidoğanlara ebeveynlerinin izni olmadan cinsiyet belirleme ameliyatları yapıldığını bildirdi

Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede bir STK’nın, toplumsal beklentiler nedeniyle [cinsiyeti belirsiz] interseks yenidoğanlara ebeveynlerinin izni olmadan cinsiyet belirleme ameliyatları yapıldığını bildirdiği kaydedilen raporda, ‘gereksiz tıbbi müdahaleleri önleyecek hiçbir önlem olmadığı’ kaydedildi.

2006 yılından bu yana kamu sektöründe engelli istihdamının olmadığı hatırlatıldı

Rapor’un yine ‘Ayrımcılık ve Toplumsal İstismarlar’ ana başlıklı 6’ıncı bölümünde, ‘Engelli Bireyler’e ayrılan alt başlıkta, Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede “yasa”, fiziksel, duyusal, zihinsel ve zihinsel engelli kişilerin sosyal yardımlara erişimleri de dahil olmak üzere haklarını koruyor olsa da ve onlara karşı ayrımcılığı yasaklasa da, “Yetkililer”in, “yasanın” tüm bölümlerini etkili bir şekilde uygulamadığı kaydedildi.


Engelliler eğitime, sağlık hizmetlerine, kamu binalarına ve ulaşıma diğerleriyle eşit şekilde erişemediği kaydedilen raporda, ‘örneğin, savunucuların ve Kıbrıs Türk Ortopedik Engelliler Derneği’nin, kaldırımların bulunmaması ve engellenmesi de dahil olmak üzere kamuya açık alanlarda erişilebilir altyapının bulunmamasından ve banyoların ve toplu taşıma araçlarının engelli kişiler için erişilebilir olmadığından şikâyetçi oldu. Ağustos ayında dernek, 2006 yılından bu yana kamu sektöründe engelli istihdamının olmadığını belirtti’ denildi.

İhlali bildiren göçmen işçi sınır dışı ediliyor, ihlalciler cezalandırılmıyor

‘İşçi Hakları’nı ele alan 7’inci bölümde ise Kıbrıslı Türklerin idare ettiği bölgede işçi sendikalarına göre asgari aylık ücret yoksulluk sınırının altında olduğu, kamu sektöründe fazla mesai için prim ödemesi olduğu, özel sektörde de fazla mesai için prim ödenmesi zorunlu olmakla birlikte sıklıkla ödenmediği belirtildi. 

Hem kamu hem de özel sektör için yasal maksimum çalışma haftası 40 saat olmakla birlikte, özel sektörde çalışma “yasaları”nın uygulanmadığı ve neredeyse tüm özel sektör çalışanlarının, fazla mesai ücreti veya tazminat olmaksızın haftada 40 saatin üzerinde çalıştığı kaydedildi.

Kıbrıslı Türkler tarafından idare edilen bölgedeki iş yasalarını uygulayacak müfettişlerin sayısının yaptırım için yeterli olmadığı ve kurallara uymama cezalarının diğer benzer suçlara göre daha az olduğuna değinildi. “Yetkililer”in genellikle ihlalleri bildiren göçmen işçileri sınır dışı ettiği, ihlalcileri ise cezalandırmadığı kaydedildi ve denetimlerin işçi haklarını koruma konusunda yeterli olmadığı vurgulandı. 

Kayıt dışı sektörün boyutu yüzde 30-45…

Ayrıca, Kıbrıslı Türklerin yönettiği bölgedeki “yetkililer”in kayıt dışı ekonomideki işçilere sosyal koruma sağlamadığı ve ekonomistlerin kayıt dışı sektörün boyutunun yüzde 30-45 olduğunu tahmin ettiği vurgulandı.

Kaynak: Raporun tamamı için bkz. ABD Dışişleri Bakanlığı 2023 İnsan Hakları Raporu

Bu haberle ilgili herhangi başka bir bilgi ve/veya belgeye sahipseniz Mikro-Makro’ya iletisim@mikro-makro.net’den veya +90 533 852 60 63’den ulaşabilirsiniz.
:
share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın