Ekonomisi pamuk ipliği ile Türkiye’ye bağımlı bir ülkede yaşıyoruz. Büyük krizler atlatmış bir ülke olarak Türkiye sendelese de sonunda gene ayağa kalkar; ya biz? Her krizde, öz sermayesi biraz daha azalan, elindeki mülk ve işletmeleri satan bir ekonomi er ya da geç el değiştirir.
‘Türkiye kaşıkla verdiğini kepçe ile geri alır’ gibi saçma sapan bir deyim yerleşmiştir ülkemizde. Türkiye KKTC’ye yardım ediyor olabilir fakat Türkiye ihracatçısı kendi hesabına; Türkiye’den ithalat yapan Kıbrıslı şirket de kendi kârına çalışır. ‘Kepçe’yle geri alındığı iddia edilen, Türkiye’deki ve KKTC’deki özel şirketler arasında paylaşılır. Cümleyi şöyle kurmak doğrusudur: Türkiye ekonomisi ne zaman krize girse, dış pazarlara yönelme ihtiyacı duyan Türkiyeli yatırımcıya Kıbrıs’ta yatırım yapması için teşvik verilir, kolaylıklar sağlanmaya çalışılır.
Bu durum, çok gerilerden bu yana, böyle seyreder: Türkiye’de ihracatın düştüğü, bütçe açığının % 150 arttığı, TL’nin devaüle edildiği 1986 yılının 2 Temmuz’unda Turgut Özal’la birlikte Ada’ya gelen Türkiye iş insanları, Ada’nın serbest bölge yapılmasını boşuna talep etmemiştir. Bu iş insanları arasında, Sakıp Sabancı, Halit Narin, Ali Koçman, Şarık Tara ve Feyyaz Berker gibi isimler de vardır.
2008 krizi Türkiye’yi ‘teğet’ geçmiştir fakat 2009 yılında Türkiye ekonomisinde yaşanan küçülmeyle birlikte, Ada’ya yatırım yapan Türkiye şirketlerinde belirgin bir artış yaşanmıştır. Rastlantı olmayan bu süreç, KTHY ile Doğu Akdeniz İlkokulu ve Koleji özelleştirmesini yoğunlukla gündeme sokmuş ve Bafra Turizm Bölgesi’nde inşaat ivmesi de aynı dönemde artmıştır.
Peki, Kuzey Kıbrıs hükümetleri kriz dönemlerinde nal mı toplamıştır? 1999 yılı sonlarında KKTC’de bankalar kriziyle birlikte ekonomi dibe doğru hızla savrulmuş; Meclis’in mudiler tarafından basıldığı, sokakta eylemlerin dinmediği 2000 yılında, ekonominin canlandırılması için 18 Ocak tarihli ‘Gece Kulüpleri ve Benzeri Eğlence Yerleri Yasası’ geçirilmiştir.
Ya ABD yönetimi? 2008 krizinde, yurttaşları birer birer evsiz kalırken boşuna mı ipotekleri finanse eden bankaları kurtarmaya çabalamıştır?
Politikacı dayandığı sınıfı korumak ve kollamak zorundadır ki kendisini yaşatsınlar… Siyasetçinin günümüz dünyasında saygınlığını yitirmesinin temel sebebi, bağlı olduğu sınıfı koruma telaşı ile attığı yalanların, çevirdiği dolapların ve bu arada eline yüzüne bulaştırdıklarının gün yüzüne çıkmış olmasıdır.
Uzatmak gereksiz; kendi para birimi olmayan, kendisini yönetemeyen bir ülkenin ayağı yere basan bir çözüm yapması bu nedenle desteklenmelidir. Ancak çözüm şartlarına dek ülke ekonomisinin korunması için alınacak önlemler yüksek sesle tartışılabilmelidir. Yabancı yatırımcıya Kıbrıslı ortak bulma koşulu getirilmesi, yabancı ortaklı şirketlerin belirli sayıda KKTC vatandaşı çalıştırması ve denetimlerle yaptırımların uygulanabilmesi, sermayenin el değişimi ve işsizlik karşısında alınması zorunlu önlemlerdir.
***
Jerusalem Post’un başyazarı, provokatif üslubu ve videoları ile tanınan Caroline B. Glick, Batı Şeria’da inşa edilen ve Yahudilerin yerleştiği Amona yerleşim birimine ilişkin İsrail Yüksek Mahkemesi’nin verdiği kararı eleştiriyordu geçenlerde.
Filistinlilere ait özel mülkiyet üzerine 330 Yahudi’nin yerleşmesi, İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından hukuka aykırı bulunmuş; Mahkeme 2 sene önce, alanın en geç önümüzdeki 25 Aralık’ta tahliye edilmesini karara bağlamıştı.
Caroline B. Glick, makalesinde İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Kuzey Kıbrıs’takine benzer bir şekilde, Filistinli toprak sahiplerinin tazmin edilebileceği bir planı devreye sokmak istediğini belirtiyordu.
İsrail Meclis’i ise 2 gün önce Batı Şeria’da Filistinlilerin göç ettiği özel mülkler üzerindeki Yahudi yerleşim birimlerini yasallaştırmayı amaçlayan bir yasa tasarısını ilk oturumunda onayladı. Tasarı, sonraki iki oturumda da kabul edilirse, Amona dışındaki Filistin toprakları üzerindeki Yahudi yerleşimi meşru sayılacak.
(Bkz. http://www.jpost.com/Opinion/Our-world-Amona-and-the-rule-of-law-473272)
Yorumunuz