Kıbrıslı Rum uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Yiannos Charalambides, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel temsilcisi María Ángela Holguín Cuéllar’ın adada yeni bir temas turu yürüttüğü şu günlerde kaleme aldığı analizinde, Ukrayna’da olası bir uzlaşma çerçevesinin Kıbrıs açısından “emsal” tartışmasını tetikleyebileceğini savundu.
Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna’da çözümün çerçevesini “kırmızı çizgilerle” daraltıyor; AB’yi ikincil rolde tutmak isterken Türkiye de İstanbul görüşmelerini öne sürerek garantörlük ve daha etkin rol talep ediyor.
“Rus bölgeleri”
Analize göre, Putin’in temel talebi, savaşla elde edilen kazanımların bir anlaşmayla meşrulaştırılması. Rusya’nın çerçevesinde, Kırım, Donetsk ve Luhansk “tartışma dışı” tutuluyor; bu bölgelerin Rus egemenliğinde kalması isteniyor ve iç hukuki prosedürlerin işletilerek söz konusu bölgelere “Rus bölgeleri" niteliği kazandırılması hedefleniyor.
Yazar, toprak başlığının aynı zamanda mülkiyet ve nüfus düzenlemeleriyle iç içe geçtiğini belirtiyor. Buna göre Rusya’nın kalıcı kontrol altına almak istediği bölgelerde yaşayan Ukraynalılar için iki seçenek tartışılıyor: Bölgede kalmayı seçenlerin kendileri ve malları Rus egemenliğine girecek, çifte vatandaşlık mümkün olabilecek; ayrılmayı seçenler için ise Rus vatandaşlığı gündemden düşerken, mülkler bakımından tazminat prosedürleri ihtimal dahilinde olacak. Ancak Charalambides, Rus tarafının özellikle “Rusya’nın edineceği topraklarda kalacak mülklerin korunması” konusunda açık ve net bir garanti vermediğini kaydediyor.
Güvenlik başlığında tampon bölge, BM Güvenlik Konseyi çerçevesi ve ABD’nin hava gözetimi seçenekleri ile gündeme gelirken Moskova’nın AB ülkelerine ve Türkiye’ye mesafeli durduğu aktarılıyor. Rusya ayrıca Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıkıyor, Ukrayna ordusunun küçülmesini istiyor ancak Ukrayna’nın AB üyeliğine itiraz etmiyor ve Avrupa’yla “saldırmazlık paktı” fikrine açık görünüyor. Bu paktın AB’yi kurumsal olarak kapsaması halinde, AB kurumları ve üye devletlerin onay süreçlerinin devreye gireceği de vurgulanıyor.
Buna göre bir anlaşma halinde Rus ve Ukrayna güçleri arasında tampon bölge oluşturulması gündeme gelebilir; ABD’nin hava gözetimi gibi unsurlarını tanımlayan ve Rusya’nın da taraf olacağı bir BM Güvenlik Konseyi kararına kapı aralanabilir. Yabancı birliklerin varlığı bütünüyle dışlanmasa da uzman, Moskova’nın özellikle AB ülkelerinden güç kabul etmediğini, Türkiye’ye de NATO üyeliği ve Ukrayna’ya İHA satışı nedeniyle şüpheyle yaklaştığını aktarıyor.
Yazar, bu tablonun Kıbrıs’ta garantiler, arabuluculuk ve uluslararası hukuk zeminine ilişkin tartışmaları doğrudan etkileyebileceği görüşünü dile getiriyor.
Charalambides, ekonomik boyutta diğer bir konu olarak Avrupa’daki dondurulmuş Rus varlıklarının yönetimi ve Ukrayna’nın yeniden inşasına değiniyor. Uzmana göre Moskova, kendi katılımı olmadan bu fonların Avrupa tarafından yönetilmesine itiraz ediyor ve “fonlar dondurulmuş olsa da Rusya’ya aittir” tezini öne çıkarıyor. Uzman, Rus tarafının yeniden inşa için bir pay ayrılmasını bütünüyle reddetmediğini, ancak fonların AB şirketleri üzerinden yeniden AB’ye dönmesine karşı durduğunu aktarıyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın bir aşamada bu dondurulmuş varlıklardan önemli bir bölümün “savaş tazminatı” gibi ABD’ye verilmesini talep ettiği; bu talebin askıya alınmasına karşın diplomatik kaynaklara dayanarak, Rusya-ABD arasında yeniden inşa için bir paylaşım ihtimalinin bütünüyle dışlanmadığı iddiasına da yer veriliyor.
Kıbrıs sorunu ile benzerlikler ve farklılıklar
Kıbrıs’a gelince, Charalambides, Ukrayna ile Kıbrıs arasında benzerlikler olsa da sorunların bire bir aynı olmadığını savunuyor.
Yazara göre, Ukrayna’da Rusya’nın kontrol etmek istediği bölgelerde “yerli Rus nüfus” argümanı öne sürülürken, Kıbrıs’ta sözde ‘işgal altındaki toprak ve nüfusun büyük kısmı Rumdu’; Kıbrıslı Türklerin kuzeye göçünü ise sözde ‘işgalin sonucu’, ‘yerleşimcileri’ ise uluslararası hukuk tartışmalarında ‘savaş suçlarının ürünü’ iddiasıyla değerlendiriyor.
"Meşru nüfus Kıbrıslı Rumlardır", "ayrı bir halk yoktur" iddiaları
'Kıbrıslı Türkler ve yerleşimciler meşru nüfusu oluşturmaz; meşru nüfus Kıbrıslı Rumlardır. Bu nedenle BM Şartı’nın 1(2). maddesindeki kendi kaderini tayin hakkı, Kırım’da ya da Rusların tarihsel olarak yerli nüfus sayıldığı diğer bölgelerde olduğu gibi ileri sürülemez." iddiasında bulunuyor.
Daha da ileri giderek, "İşgal altındaki bölgelerde, işgal lideri Tufan Erhürman’ın iddia ettiği gibi ayrı bir halk yoktur. Yönetim ve toprak da yoktur; çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararları, Dördüncü Devletlerarası Başvuru kararları ve yerinden edilmiş Kıbrıslı Rumların mülkiyet haklarının korunduğu Loizidou kararı bunu açıkça ortaya koyar. Kırım ve Ukrayna için benzer kararlar bulunmamaktadır; çünkü oradaki mülklerin açıkça “Rusça konuşan” nüfusa ait olduğu kabul edilmektedir." ifadelerini kullanıyor.
Charalambides, uluslararası hukukta güç kullanımıyla ortaya çıkan statünün, ilgili tarafın rızası olmadan meşrulaştırılamayacağını; bunun BM Şartı’nın 2(4). maddesinin ihlali anlamına geleceğini, ancak devletlerin tanıma pratikleriyle fiili durumun zamanla yeni bir hukuki gerçeklik gibi sunulabileceğini öne sürüyor.
Türkiye’ye ilhak için "emsal" teşkil edebilir iddiası
Charalambides, AB boyutunu da “şantaj” riski üzerinden tartışıyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyesi, Türkiye’nin aday ülke olması nedeniyle ortak bir hukuk zemini bulunduğunu, kritik eşikte ise Kıbrıs’ın AB’ye katılımında devreye giren 10 No’lu Protokol’ün yer aldığını savunuyor. Yazar, eğer Ukrayna’da ilhak, Kiev’in onayıyla dahi kabul gören bir model haline gelir ve bu AB tarafından da sindirilirse, bunun Kıbrıs’ın sözde “işgal altındaki bölgelerinin” Türkiye’ye ilhakı için “emsal” tartışmasını besleyebileceğini ileri sürüyor.
Bu noktada Charalambides, müzakere zemininin 10. Protokol ve Türkiye’nin katılım sürecindeki tanıma yükümlülükleriyle bağlantılı 21 Eylül 2005 tarihli Karşı Deklarasyon çerçevesi olması gerektiğini savunuyor; kuzeyde müktesebatın uygulanmasına ilişkin kararların da oybirliği ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin rızasıyla alınabileceğini belirtiyor.
Tartışmalı makalesinin sonunda şu ifadeleri kullanıyor:
“Şantaj
Kıbrıs Cumhuriyeti bir AB üye devletidir ve Türkiye bir aday devlettir. Dolayısıyla, mevcut yakınlaşmalara aykırı olsa da ortak bir hukuk kodu ve bir çözüm zemini vardır. İkilem, zeminin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tamamının AB’ye katıldığı ve ‘işgal’ nedeniyle kuzeyde müktesebatın askıya alındığı 10 No’lu Protokol mü olacağı; yoksa işgalin sonuçlarının bir federasyon, konfederasyon veya iki devlet aracılığıyla meşrulaştırılıp meşrulaştırılmayacağıdır.
Ukrayna’da Kiev’in onayıyla bile ilhak gerçekleşirse, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de üyesi olduğu AB tarafından böyle bir anlaşma kabul edilirse, ‘işgal altındaki’ Kıbrıs topraklarının Türkiye tarafından ilhakı için neden bir emsal oluşturulmasın? Şantaj tam da burada ortaya çıkar: ya gevşek biçimi nedeniyle zaten konfederasyona doğru evrilen, taksime dayalı federasyon türlerinden birini kabul edersiniz ya da işgal altındaki toprakların Türkiye’ye ilhakını.
Güvenlik supabı ve ilhak…
Güvence, her şeyden önce, müzakere zeminidir; bu zemin de Türkiye’nin katılım süreci bağlamında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıma yükümlülüğüne ilişkin 10 No’lu Protokol ve 21 Eylül 2005 tarihli Karşı Deklarasyon’dan başkası olamaz. Sayın Erhürman kuzeyde müktesebatın uygulanmasını istiyorsa, kendisine müktesebatta ne yazdığı hatırlatılmalıdır: karar, 10 No’lu Protokol temelinde oybirliğiyle -yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin rızasıyla- alınır; kendisi ise bunu geçerliliğini yitirmiş saydığı için masada kabul etmeyi reddetmektedir.
Dolayısıyla, kuzeyde müktesebatın uygulanmasının bağlı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ayakta kalmasını istemiyorsa, bu onun ne istediğini ortaya koyar? Ya bir taksim çözümünü ya da işgal altındaki bölgelerin Türkiye’ye ilhakının resmileştirilmesini. Ya da taksimi bir sonraki adıma giden bir araç olarak istediğini; yani önce kuzeyin, daha sonra da güneyin ilhakını…”
‘İşgal’ kelimeleri Mikro-Makro tarafından tırnak işareti içine alınmıştır.
Kaynak: Sigma











Yorumunuz